Özbekistan… İpek yolunda zaman yolculuğu
İçimden, bir varmış, bir yokmuş diye başlamak geliyor. Semerkant’ta kaldığımız otelin gölgeli, şıpırdayarak akan fıskiyeli avlusuna, uçan halıyla gelip konduk sanki. Hava, çiçek açmış akasyaların tatlı kokusuyla dolu.
Dr. med. Yasemin Schreiber-Pekin
Kadın Doǧum Uzmanı, Psikoterapist
İçimden, bir varmış, bir yokmuş diye başlamak geliyor. Semerkant’ta kaldığımız otelin gölgeli, şıpırdayarak akan fıskiyeli avlusuna, uçan halıyla gelip konduk sanki. Hava, çiçek açmış akasyaların tatlı kokusuyla dolu.
Karşımızda, Bibi Hanım türbesinin yeşil, türkuaz mozaiklerle süslü kubbeleri sergilenmiş. Timur, 1399 yılında, 19 karısının ilki ve en sevdiği olan Saray Mülk Hanım için yaptırmış türbeyi. Bibi Hanım, saygıdeğer hanım anlamına geliyor. Güzelliği dillere destan olan Saray Mülk, Cengiz Han’ın soyundan bir Moğol prensesiymiş. Timur, evliliği sayesinde Emir ünvanını almış ve Özbekistan’da Amir Timur olarak anılıyor.
Amudarya (Ceyhun) ve Sirdarya (Seyhun) nehirlerinin böldüğü Karakum ve Kızılkum çölleri arasında, tarih dolu bir ülke
Başşehir Taşkent 1966 yılındaki depremden sonra Sovyet’ler tarafından yeniden yapılırken, modern beton levhaların yanısıra klasik taş işleme motifleri kullanılmış. Özbekistan’ın birçok şehri UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine alınmış.
Semerkant’ın Registan meydanından başlayan yürüyüş, yol boyunca tarihi camiler, medreseler, kervansaraylar arasından geçiyor. Yeşil, mavi, türkuaz, altın mozaiklerle, fresklerle nakış gibi işlenmiş kubbeler, sarı kum rengi duvarlarla ahenk içinde. Sokaklarında, ipek, porselen, baharat, çay, mücevherlerle yüklü deve kervanlarını hayal etmesi çok kolay.
Büyük İskender geçmiş Semerkant’tan bir zamanlar. Hem şehri, hem de güzeller güzeli Prenses Roksana’yı fethetmiş. 7. yüzyıldan sonra Araplar istila etmiş bölgeyi. Müslümanlara vergi kolaylılığı ve camiye gelenlere iki dirhem ikram ederek müslümanlığın yayılmasını sağlamışlar. Budizm ve ateşe bakılarak ibadet edilen Zerdüştlük felsefesi yavaş yavaş yok olmuş. Bugün, Zerdüştlüğün izleri, bahar başlangıcı Nevruz bayramındaki şenliklerde, coşkuyla ateş üzerinden atlanan danslarda devam ediyor.
1220 yılında Cengiz Han hem diplomatik, hem gözdağı amaçlı 450 kişilik heyetle hediyeler yüklü bir kervan göndermiş Semerkant’a
Kervanın toptan katledilmesi üzerine Cengiz Han’ın intikamı çok acımasız olmus. Buhara ve Semerkant’ta tas üstünde taş bırakmamış, ahaliyi de kılıçtan geçirmiş. Bundan 150 yıl sonra Amir Timur ve ardından torunu Uluğ Bey zamanında şehirler bugüne kadar yaşayan muhteşemliğini kazanmış. „Bizim gücümüzden şüphe edenler yarattığımız eserlere baksın,” demiş Timur. Timur’un türbesinin girişi yüksek kasnaklı, soğan biçimli kubbesi masmavi çinilerle kaplı. İçerde, oniks taşından süslemeler gizemli yeşil bir ışık veriyor. Yıldızlarla süslü tavan burada yatanların üzerini örtüyor. Timur, çok saydığı hocasının da buraya gömülmesini ve kendi mezarının onun altında olmasını istemiş. 1941’de Sovyet bilimadamları, Özbeklerin itirazına rağmen mezarı açıp incelemişler. Bu şekilde, kafatasından yüzünün modeli yapılmış. Timur’un savaşçı ruhunun ahı tutmuş gibi, mezarın açıldığı gün, Naziler Sovyetler’e saldırmış.
Özbekistan’da bütün camilerde kadınlar başörtüsüz, erkeklerle yanyana ibadet ediyorlar
Rivayete göre bir aziz, Semerkant’ta dua ederken kafası kesilerek katledilmiş. Aziz, ibadetine sonsuza kadar devam etmek üzere, kafasını koltuğunun altına almış, bir kuyunun yanındaki mağaraya çekilmiş. Bunun üzerine, „zinde şah“ anlamına gelen Shohizinda isimli kutsal bir ziyaret yeri olmuş burası. Biz de mekanın mavi, türkuaz fayanslarla süslü muhteşem kapısından girdik, dar bir yolun her iki tarafındaki Timur ailesinin, oymalı, altın, türkuaz fayanslı kabirlerine hayranlıkla baktık. Yolun bir kısmında 40 adet basamak tırmanmak gerekliydi. Eğer çıkış ve inişte basamak sayısı 40 çıkarsa, temiz kalplisiniz demekmiş. Ben, öğlen vakti 40 dereceye ulaşan sıcaklıkta saymayı unuttum. Hesap defterim ne durumda, bilemiyorum, fakat yolun sonunda Shohizinda kabrine geldik. İçerde güzel sesli bir hoca, sureler okuyordu. Kadınlı erkekli bir grup insan, yanyana oturup dinlediler.
Buhara’ya ünlü rasathaneyi, birbirinden güzel saraylar, medreseler bırakan, Amir Timur’un torunu bilim adamı Uluğ Bey
Astronom, matematikçi, dini konularda hoşgörü sahibi Uluğ Bey’i, kendi oğlu katletmiş. Buhara’yı gezerken, 16. yüzyıldan kalma Sarraflar Sokağında, Kuyumcular Pazarında, Kalpakçılar Pazarında, serin kubbeler altında dolaşıyorsunuz. Buhara halıları, suzani denilen nakış işleri sergilenmiş dükkanlarda. Sağ elimi kalbime götürerek, selam aleyküm diye selamlaştıktan sonra „Türkçe var mı?“ diye soruyorum hemen. Gerisi kolay!
Özbekistan, 19. yüzyılda Rusya Çarlığı’na dahil edilmiş. 1. Dünya savaşı sonrası da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinden biri olmuş. 1991’de bağımsızlığını ilan etmiş. 2016’dan beri iktidarda olan Mirziyoyew, nispeten liberal bir yolda ilerliyor. Ülkenin gelirleri pamuk, altın ve doğal gazdan geliyor. 11 yıllık eğitim zorunluluğu var, okuma yazma bilmeyen yok. Fakat Sovyetlerin ardından oluşan boşluğu gitgide medreseler, imam-hatip okulları dolduruyor.
9.yüzyılda algoritm kavramını tanımlayann Al Horezmi’nin şehri Hiva
Kerpiç kale surları içindeki yeşil, mavi çinilerle kaplı medreseleri, sarayları, camileriyle bu vaha şehrinde zaman 500 yıl önce durmuş gibi. En etkileyici yapıtlarından biri, yukardan aşağıya kadar mavi fayanslarla kaplı Pehlivan Mahmut Türbesi. Buraya yeni evliler mutluluk duası etmeye gidiyorlar.
Șehrin sokakları cıvıl cıvıl. Altın dişli, rengârenk giysili kadınlar, kırmızı nar motifli nakış işlerini tezgâhlıyorlar, turistler başlarında kalpaklarla, sokaklara kurulmuş süslü tahtlara oturarak poz veriyorlar. Bu kalpaklar, adı kulağa biraz şaka gibi gelen Özerk Karakalpakistan Cumhuriyeti’nin sembolü. Özbekistan’ın bir zamanlar Aral Gölü, şimdiyse Aral Kumçölü denilen bölgesinde yaşıyor Karakalpaklılar.
Aral’ın kuruması son yüzyıllarda görülmüş en büyük yeryüzü felaketi olarak kabul ediliyor.
Eskiden dünyanın dördüncü büyük gölü olan doğa harikası Aral, son 40 yılın içinde kurumuş, yüzde 90’ı kumçölü olmuş. Sovyetler Birliği döneminde hırsla arttırılan pamuk üretimi ve yanlış planlamacılık Amu Derya nehrinin göle ulaşmadan kurumasına neden olmuş. Balıklar, kuşlar, antilop sürüleri, bitki örtüsü yeryüzünden silinmiş. Geriye kalan çölde tuz ve tarım ilaçları artıkları rüzgarla çevreye ulaşmakta ve çok sayıda hastalığa neden olmakta.
Özbekistan ziyaretinin bir özelliği, Türkçe konuşarak anlaşabilmek
Bir akşam genç rehberimiz bizi ailesiyle yemeğe davet etti. Sofradan tabi meşhur Özbek pilavı eksik değildi. Etli, sebzeli, geniş kazanlarda saatlerce kavrularak yapılan pilavın tarifi İbn-i Sina’nın kitaplarına bile girmiş. Börekler, mantılar, yerel şarap da yemek listesinde. Ardından, çayı, beyazlı lâcivertli pamuk motifli porselen çaydanlıklardan seremoniyle sundu ev sahibimiz. Kara çay veya yeşil çay, piyale denilen taslara üç kez doldurulup geri boşalttıktan sonra, misafire yarım tas ikram ediliyor. Çok doldurulursa, „hörmetsizlik“ oluyormuş.
Taşkent’te tanıştığımız, gelenekleri anlatan emekli tarih profesöründen, rehberimize, esnafa, „ablacım“ diye hitap eden taksi şöförüne kadar sayısız insan bizi kendi evimizde gibi hissettirdi bu güzel ülkede.
Fotos: Yasemin Schreiber-Pekin