Mehmet Meral

İntiharı nasıl anlamalıyız?

Mehmet Meral

Mehmet Meral

lic. phil. Psychologe FSP

Systemischer Therapeut

mehmetmeral@gmx.ch

 

 

 

Tüm çağların ve kültürlerin değişmeyen gerçeliği olarak intihar (Alm. Suizidalität) olgusu, her dönemde doğrudan muhatabbı ya da mağduru olmuş yakınlarını derinden üzen ve geride kalanlara üstesinden gelmesi gereken koca bir yük olarak kalır.

Tıbben, intihar bir hastalık olmaktan ziyade, bir çok faktörün etkisiyle insanı yaşamdan koparan bir olay olarak değerlendirilir. Bir anlamda varoluşun yokoluş eylemidir. Genel olarak intihar, yaşamın getirdiği ve yaşattığı sıkıntılarla baş edemeyenlerin seçtiği bir yol olarak görülür. Özünde, istisnaları hariç, bencil bir davranıştır. Mesela ötenaziyi istisnai bir durum olarak kabul edebiliriz.

Özellikle de depresif olanların bir çoğu, yaşamın getirdiği sıkıntılardan dolayı bir çok defa ‘Allah canımı alsa da kurtulsam’ demiştir. Aktif olmasa da pasif olarak ölümü arzulamak, insanın yaşadığı duruma katlanamamasının bir işareti olarak karşımıza çıkar. İntihar vaklarının % 40-70’i depresyon hastalarında görülmektedir. Depresif rahatsızlıktan dolayı kliniklerde yatmış hastaların % 15’i intihar sonucu yaşamını kaybetmektedirler.

Toplumsal tabu olarak intihar

Varolan gerçeklik şu ki, intihar duygu ve düşüncelerini herkesle konuşmak mümkün değildir. Toplum tarafından ayıplanan ve tabulaştırılan bir olgu olarak intihar üzerine konuşmak, mağdur olan kişiyi rahatlatır ve bu rahatsız edici duygu ve düşüncelerden kurtulmasında bir çıkış yolu sağlayabilir. Beraber yaşadığımız bu dünyada yapılması gereken,

intiharın utanılacak ve ayıplanacak bir gerçeklikten çıkarılması ve ölüme karşı daima başka bir alternatifin olduğu gerçekliğini bu insanlara gösterebilmektir.

İntiharın tabulaştırılmasının en önemli sebeblerinden bir tanesi de, başarıya endekslenmiş modern yaşam tarzının idealize ettiği resimle çatışan bir yanının olmasındandır.

İntihar, genellikle zayıflık göstergesi ve zayıf olanların benimsediği bir olgu olarak kabullenilir. 2013 yılında İsviçre kamoyunu sarsan iki önemli olay oldu: bir bankanın, ve bir isviçre haberleşme kurumunun önemli iki yöneticisi intihar etti. Her ikisinin aile sahibi olması bir çok insanı derinden sarstı ve düşündürdü. ‘Başarılı ve güçlü menejerlerin dahi intihar ettiği bir toplumda kim kendini emin hissebilir ki?’ sorusunu zihinlerde oluşturan bu olaylar, aslında modern insanın yaşamın gerçek manasının ne olduğunu anlamadan sürdürdüğüne delalettir.

 

 

 

 

 

 

 

İsviçre’de intiharla ilgili birkaç başlık

İsviçre’de her yıl ortalama 900 erkek ve 400 kadın intihar etmektedir. Rakamlarda ilk dikkati çeken husus, erkeklerin sayısının iki kat daha fazla olmasıdır.

Kadınlarda depresyon oranı erkeklerinkine göre daha yüksek olmasına rağmen, neden erkeklerde bu rakam iki kat daha fazla peki?

Sebeplerden bir tanesi, kadınların bu duygusal rahatsızlıkla baş etmelerinde erkeklere göre daha başarılı olmalarındandır. Toplumda erkek için depresyon bir zayıflığın işareti olarak algılanmaktadır. Bundan dolayı da bu rahatsızlık erkeği bulunca, agresif bir tepkiyle karşılık vermektedir. Agresyonları olan kişiler bunu ya dışarıya yönledirirler, ya da kendilerine…

Özünde intihar şiddet içeren bir eylemdir.

İntihar olgusunun doğrudan tehdit ettiği grup olarak, sosyal izolasyona uğramışları, işsizlik durumunu ağır geçirenleri, varoluşsal olarak kendini tehdit altında hissedenleri, kronik ve iyileşmesi mümkün olmayan hastalıklara yakalanmış olanları ve madde bağımlılığı olanları sayabiliriz. Yapılan araştırmalarda en büyük grup olarak dikkatimizi çeken, bu hissin daha çok ruhsal bozukluklar yaşayan insanlarda  mevcut olmasıdır.

İntihara sebep olan dış  etkenlerin oranı %90’dır. Yaşlı insanlarda ki oran nüfusun diğer kesimlerine göre daha yüksektir ve bu durum genellikle de bu yaşlarda yaşlıların amansız hastalıklara yakalanmalarının sonucudur.

İntihar vakaları kırsal kesimden çok kent hayatını sürdürenlerde daha fazladır. Kentlerde daha çok marjinal yaşam tarzı alan bulurken, kırsal alanlarda bu tür yaşam tarzını benimseyenler barınamamaktadırlar. Kırsal kesimlerde sosyal kontrolün fazla olması, kişilerin anonim kalma durumunun az olması ve aile içi desteğin daha güçlü olması gibi faktörleri de sayabiliriz.

İntihar vakalarının dindar çevrelerde diğer guruplara göre daha düşük bir seyir izlediği de ayrı önemli bir tespittir. Sosyolog Emile DURKHEIM 20. yy başında yaptığı araştırmada, intihar vakalarının protestanlarda katoliklere göre daha yüksek olduğunu göstermiştir. Ateistlerde intihar vakalarının daha fazla olması da inanç sistemleri açısından doğaldır.

Son 10 yıllık rakamlara göre, İsviçre’de trafik kazalarında ölenlerin sayısı her yıl 450 ile 500 arasında gidip gelmektedir. İntihar vakalarındaki kayıp ise bunun üç katı olan 1400 ila 1500’dür. İsviçre Federal Devleti trafik kazalarının önlenmesinde yıllık olarak 20 milyon frank bütçe ayırmış. İntihar gibi toplumsal bir gerçeklikle mücadelede bütçeden ayrılan paranın 0,1 Milyon olması çok düşündürücüdür.

Peki ne yapmalı?

Atılması gereken en önemli adımlardan biri, İsviçre’de profesyonel kampanyalarla insanları intihardan korumanın yolları üzerine, bir an önce bilgi merkezlerinin kurulmasıdır.

Bunların mümkün olduğunca bu ülkede yaşayan göçmenleri de kapsaması ve onların dillerinde sunulmasının sağlanması önemlidir. İnsanların bu tür durumlarda nereye başvuracakları konusunda donanımlı hale getirilmesinde devlet kendini sorumlu hissetmelidir.

Etrafımızda intihardan bahseden ve bunu ifade edenleri ciddiye almalıyız ve profesyonel yardım alınmasını da teşvik etmeliyiz. Üstesinden gelemediğimiz durumlarda, psikiyatrik merkezlerden, danışma hatlarından ne ve nasıl yapılması gerektiği konusunda bilgil edinebilriz.

İsviçre’de bu konuda en çok başvurulan 143 no’lu ‘Die dargebotene Hand’ telefon hattıdır. Yapılan tüm görüşmeler gizlilik ilkesi çerçevesinde yapılmakta ve anonim kalmaktadır.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı