Bülent Kaya

Kaybolan, akıp giden dillerimiz…

Bulent Kaya, www.haberpodium.ch

Bülent Kaya

Siyaset Bilimci ve Araştırmacı

 

 

Sömürgecilerin sömürge ülkesinin dil veya dilleri ile girdiği ilişki sayısızca yapıta konu olmuştur. Örneğin 1970’li yıllarda Louis-Jean Calvet’in “Dil Yiyicileri” (Die Sprachenfresser / Les bouffeurs de langue) adlı yapıtı sömürge koşullarında iktidar – dil ilişkilerini en iyi irdeleyen yapıtlar arasında yer alır ve sömürgecileri dil yiyicileri olarak adlandırır.

Louis-Jean Calvet’e göre sömürgeci, kendisinin üstün olduğu inancını başka birisine empoze edebilmesi için onu yok saymaya, özellikle de dilini yok saymaya, yutmaya, bir şive veya lehçe olarak görmeye, hatta tümden ortadan kaldırmaya bile ihtiyaç duyar.

Küreselleşme, bir fiil “evrensel dil” olma şansını yakalayan İngilizce dilinden eser verme eğilimini sadece bilim dünyasına değil edebiyat alanına da empoze etti. Dillerin sosyal olarak eşit olmadığını gösterdi. Her dil aynı ağırlığa sahip değil, aynı kapıyı açmıyor, aynı fırsatları sağlamıyor. Eskiden beri sosyal işlevlerini kaybeden birçok dil kaybolup gidiyor.

www.haberpodium.ch

Alman filozof Jurgen Habermas’ın deyimi ile; Dilleri, türü tükenen cinsleri koruma politikaları ile koruyabilmek mümkün değil. Küreselleşmenin başka bir özelliği olan mikro-kimliklerin anlamlaştırılma çabaları, kaybolmakla karşı karşıya kalan dilleri korumaya yetecek mi? Bunu zaman gösterecek. Ne var ki, ana dili kaybolma riskiyle karşı karşıya kalan yazarların kendi dillerinden eserler vermesinin bu dillerin sosyal işlevini güçlendirebileceğini, bu yüzden de kaybolma riskini ortadan kaldırmasa da yavaşlatabileceği düşünülebilinir. En azından Nobel ödülüne aday, dünyaca ünlü 80 yaşındaki Kenyalı edebiyatçı Ngugi Wa Thiong’o’nun aşağıdaki söyleşisinden, bir an için bile olsa böyle bir umut yayılıyor.

Kaybolmaya yüz tutmuş ya da yeterince kaybolmuş Brötonca konuşulan bölgede tatil yaparken okuduğum bu söyleyişinin bir özetini HaberPodium okuyucuları ile paylaşmak için çevirdim[1].

Rohit Inani:1977 yılında Kenya toplumundaki köylülerin isyanını konu eden Petals of Blood  (Kanlı Petals) adlı kitabınızı İngilizce yayınladınız. Çok geçmeden I Will Marry When I Want (“İstediğim Zaman Evlenirim”) adlı tiyatro çalışmasını ise anadilininiz olan Kikuyaca dilinden yayınladınız. Bu sefer anadilinizde yazarak Kanlı Petals yapıtınızın konu ettiğiniz insanları yeterince etkilememesinin önemli bir rolü oldu mu?

Ngugi Wa Thiong: Evet, oldu. Afrika toplumlarının %90’ı Afrika dillerini konuşuyor. Eğer siz de benim gibi, insanların değişimin motoru olduğuna inanıyorsanız habere ve bilgiye erişim sorununun çok önemli bir sorun olduğunu kabul etmelisiniz. Böyle bir ortamda, romanınız ne kadar radikal veya ilerici olursu olsun, eğer onu İngilizce yazarsanız çok az bir kesimi etkileyebilirsiniz.

Eserinizin ana dilde yayınlanmasından sonra köylülerin yeni bir isyana girişeceklerini umut ettiniz mi?

www.haberpodium.ch

Hayır, asla. Sanat isteklendirmez. Benim için sanat, düşleri seferber eder. Düşler ise bir insan olarak yapabileceklerimizi mümkün kılar. Bütün olasılıkların düşünü kurabilir ve onları gerçekleştirmeye çalışabiliriz. Düşleri ne besler? Sanat, şarkılar ve kültür. Baskı rejimlerinin bir özelliğidir düşlerimizi baskı altına almayı sevmeleri. Başka bir geleceğin mümkün olduğunu düşünmenizi ve onun düşünü kurmanızı istemezler. Bu düzenin var olanların en iyisi olduğunu düşünmenizi isterler. Bu, kölecilik kurumlarının argümanıydı. İngilizce yazarak veya edebiyat sadece İngilizce mümkündür imasını yaratırsak büyük bir çoğunluğu düş kurmaktan yoksun bırakmış oluruz.

1978 yılında Nairobi’nin Kamiti cezaevindeyken en ünlü romanlarınızdan biri olan Devil on the Gross(Haçın Üzerindeki Şeytan) adlı romanınızı tuvalet kâğıtları üzerine Kikuyu dilinde yazdınız. Bütün bir kitabı bu şekilde yazmayı nasıl başardınız?

Cezaevine Kikuyu dilinden yazdığım ve sonra köylüler tarafından aynı dilden sahnelenen piyesimden dolayı konuldum. İktidara yönelik sert eleştirisinden dolayı 1977 yılında yasaklandı ve beni de bu ceza evine koydular. Hücrede dil sorununu ciddi bir şekilde düşünmeye başladım. Sömürgecilik tarihine baktığımızda görüyoruz ki, sömürgeciler sadece kendi dillerini empoze etmiyorlar. Sömürge edilen ülkenin dilini küçümseyip onun sessizliğe gömülmesini de istiyorlar. Bizlere İngilizce öğretilmesinin nedeni de bizim kendi dilimizi terk etmemizi sağlamaktı. Bu durum sömürgecilik sonrası dönemde de devam ediyor. Cezaevinde kendime şunu söyledim; “Madem ülkemin dillerinden birisiyle eser vermekten dolayı Afrikalı bir hükümet tarafından cezaevine konuldum, o halde benim başkaldırma yöntemlerimden birisi de benim cezaevine girmeme neden olan dilden tekrar bir eser yazmak olmalıdır.“

Bu sizin için bir iddia mıydı?

Evet. Direnme duygusuna sahip olmak beni besledi. Cezaevi koşularında yazmak eğlenceli bir iş oldu. Tek sahip olduğum tuvalet kâğıtlarıydı. Kalemleri ise yetkililerden, itiraf edeceğim hiçbir şeyin olmamasına rağmen, itiraflarımı yazıyorum diyerek temin ediyordum.

Dilin bir “mücadele alanı” oluşturduğunu ve kendinizin de de bir “dil savaşçısı” olduğunu söylüyorsunuz. Bununla ne demek istiyorsunuz?

www.haberpodium.ch

Amerikalı yerlilerin diller nasıl küçümsendiğini ve nasıl değersizleştirildiğini bir düşününüz. Afrika’da kendi dillerimizi konuşmamızı yasakladılar. Japonlar Korelilere kendi dillerini empoze ettiler. Bütün bir modern sömürgecilik tarihinde, sömürgecinin dilini öğrenmek sömürge edilen ülkenin dilinin ölümüyle paralel gerçekleşti. Bu yüzden dil bir “mücadele alanı”dır. Afrika dilleri Afrikalılara karşı bir silah olarak kullanıldı. Sömürgecilerin dili bir savaş silahıydı. İşgalde ve sömürgeci egemenliğin devam ettirilmesinde orta sınıfın düşüncesini zincirleyerek çok önemli bir rol oynadı.

Bir dili iyi bildiğimizde bize ait olduğunu, hatta bizi esir almanın bir aracı olarak kullanılsa da kendimizin özgürleşmesinde kullanabileceğimizi düşünüyor musunuz? Örneğin Hindistan kökenli İngiliz yazar Naipaul Oxford üniversitesinde öğrenci iken babasına yazdığı bir mektupta şöyle der: “İngilizlere kendi dillerinde onlardan daha başarılı olabildiğimi göstermek istiyorum”.  

Bu tam da sömürgecilerin arzuladığı bir şeydir. “Dilimizi o kadar iyi asimile ettiler ki şimdi bizim alanımıza geliyorlar” der ve sevinirler. Naipaul bir dil ustasıdır. Bununla bir sorunum yok. Benim için sorun, sömürgecinin dilinden yazarak baskı altına alınan kültürlerin diline hizmet edildiği yanılgısına düşülmesidir. www.haberpodium.ch

Sömürgecinin dilinden yazmak, İngilizce’nin egemenliğine güçlendirmek anlamına gelmektedir. Tabi herkes istediği dilden yazabilir, bu İngilizce olabilir, Fransızca veya başka bir dil olabilir.

Ama bana kimse bu dillerden yazarak sömürgecilerin ortadan kaldırmak istediği dile hizmet edildiğini söylemesin. Bu, Joseph Conrad İngilizce eser verirken Polonyaca’ya hizmet ediyordu demek anlamına gelir.

Sömürgecilerin dili silah olarak kullandıklarını söylediniz. Tersinin de olabileceğini, yani İngilizce’nin sömürge edilenler tarafından da bir silah olarak kullanılabileceğini düşünebiliyor musunuz?

İngilizce eser veren Afrikalı yazarları küçümsememek gerek. Kabul etmediğim şey, bu yolla başka dillerin gelişmesine katkıda bulunulduğu veya İngilizce’nin Afrika dili olmak üzere olduğu savıdır. Afrika’nın kendi dilleri var. Bu dilleri savunma rolü, bu dilleri geliştirme ve teşvik etme sorumluluğu olan Afrikalı aydınlara düşmektedir. Bir aydın yazmak için ne zaman ki kendi dilinden vazgeçiyor, kendi dilini bir düşünceden de mahrum bırakıyor demektir.

[1]Bu söyleşinin orijinali The Nation (New-York) 9 Mart 2018 sayısında yayımlanmıştır.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı