Bülent Kaya

Suç ve ceza, öç ve adalet

Bulent Kaya

Bülent Kaya

Siyaset bilimci ve Araştırmacı

 

 

“İyi olmuş, gebersin gitsin p…!”  Mersin’in Tarsus ilçesinde barbarca katledilen Özgecan Aslan’ın katillerinden Ahmet Suphi Altındöken’in geçen ay cezasını çektiği cezaevinde bir tabancayla vurularak öldürülmesine, görüşünü sorduğum birkaç arkadaşın verdiği tepki aşağı yukarı böyle. Bu tepkinin, örtülü bir biçimde de olsa, katilin öldürülmesine duyulan sevinci ifade ettiğinden şüphem yok. Zira, burada Özgecan Aslan’a yapılan ilkelliğin “akılsal ve duygusal” boyuttaki reddi ve kınaması, aynı zamanda da kadına karşı uygulanan cinayetlerin geldiği aşamaya duyulan tepki söz konusu. Tabii ki bunda anlaşılmayacak bir durum yok. Ne var ki, katillin cezaevinde öldürülme olayının bizi ilgilendiren bir başka boyutu daha var: öç ve adalet.

Potansiyel katliamcılarız eğer ki….

Modern ceza hukukunun en temel özelliklerinden biri, neyin suç teşkil edip etmediğinin ve suça uygun cezanın tanımlanması ve uygulanmasının bireylerden alınıp topluma verilmesidir. Başka bir ifadeyle, modern toplum ve adalet anlayışına göre bireyler mağduriyet durumunda “adalet budur” diye istedikleri cezayı kendileri kesip uygulayamazlar. Cezayı birey adına toplum, yani onun adalet anlayışını ve hukuk sisteminin temsil eden yargı verir. Bireylerden de verilen bu cezanın kabullenilmesi ve tanınması beklenir. Modern çağa özgü bu “suç ve ceza” mekanizması bir çok durumda, mağdurun beklediği adalete cevap veremeyebiliyor. Ne var ki, bu mekanizma öç ve adalet olgusunu düzenlemesi açısından son derece önemli.

Bu bağlamda Özgecan Aslan’ın katilinin cezaevinde öldürülmesi iki açıdan çok düşündürücü.

Birincisi, Aslan ailesinin mahkeme kararının ardından avukatı aracılığıyla “istedikleri cezanın verildiğini” açıklamasına rağmen, toplumun geniş bir kesimi katile verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını – ki bu ceza kanunda var alan en ağır ceza- yeterince adaletli bulmuyor ve kabul etmiyor. Bu tür suçlar için suçluyu ölümle cezalandırmanın/idam etmenin daha adaletli olduğu düşünülüyor. Burada garip bir şey yok. Zira ilkel bir öç alma mantığını yansıtmasına ve herhangi bir haksızlık durumunda geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan bir cezalandırma türü olmasına rağmen idam cezası bir çok modern toplumun ceza kanununda hala var.

İkincisi, Özgecan Aslan’ın katiline verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını yeterli bulmayan birisi veya birileri çıkıp, kendilerince katilin hak ettiği cezayı koyuyor ve uyguluyor olması: ölüm. Bu durum, “Katil bu cezayı zaten hak etmişti “, “işte asıl adalet şimdi yerini buldu” diye düşünenler için sevinilecek bir durum gibi görünse de aslında bir sürü açıdan son derece tehlikeli. Neden mi? Bir örnekle açıklamaya çalışalım;

1994 yılında çoğunluğu Tutsi olan 800 bin kişinin katledildiği Ruanda soykırımı hafızalarımızda hala acı yerini koruyor. Soykırımda sorumlu olduğu 200 bini aşkın suçlu -katıl veya iştirakçi- uluslar arası mahkeme veya Gacaca diye adlandırılan geleneksel yerel mahkemeler tarafından yargılandı ve değişik hapis cezalarına çarptırıldı.

özge can ve adalet-haberpodium.ch

2000 yılından itibaren cezasını çekenler veya kalan cezalarını zorunlu kamu hizmeti olarak tamamlayacak olanlar cezaevlerinden salıveriliyorlar ve normal hayatlarını mağdurların arasında, onlarla birlikte geçiriyorlar. Şimdi mağdurların yakınları “böyle de adalet mi olur, biz bu cezayı az buluyoruz, bunlar ölümü hakkediyorlar” diye düşünüp, istedikleri cezayı verip uygulasalardı ne olurdu? Cevap basit: intikam duyguları rahatlamış olurdu ama on binlerin de öleceği yeni bir katliam daha yaşanırdı. Bu sefer karşı taraftan yani mağdurlar tarafından yapılan bir katliam. Peki bu daha mı iyi olurdu? Bazıları “adalet yerini şimdi buldu” deyip, onun sevincini yaşardı belki. Ama unutmayalım ki, öldürülenlerin yakınları için de yeni bir öç ve şiddet kapısı aralanmış olurdu.

Özgecan Aslan’ın katilinin öldürülmesi işte böyle bir mantığa davetiye çıkarması açısından, belki çok aşırı bulacağınız Ruanda örneğini vermeyi anlamlı kılıyor. Nitekim, Özgecan Aslan’ın katilini vuran Gültekin Alan, ziyaretine giden kardeşi aracılığıyla sosyal medyada paylaşması için verdiği mesaj tamda öç odaklı şiddete bir çağrı niteliğinde: “Ben bir kampanya başlattım, herkes evinin önünü süpürecek”. Bir an için, her mağdurun bu çağrıyı ciddiye alıp “evinin önünü süpürme” ye başladığını, yani intikamını kendisinin veya bir yakınının aldığı bir Türkiye düşünün…

Kurban bayramı, şiddet ve intikam

İnsanlığın öç amaçlı şiddetten arınma çabaları çok eskilere dayanır. Efsaneler üzerine yaptığı araştırmaları ile tanınan René Girard, “Şiddet ve Efsane ” kitabında bu çabayı bir çok örnekle açıklar. En ilginç örneklerden biri de Kuranı Kerim’de Sâffat Sûresi’nde anlatılan şu gökten inen koçun sayesinde Tanrı’ya kurban edilmekten kurtulan İsmail’in hikayesi. O günden beri bu olay İslam dünyasında hepimizin bildiği kurban bayramı ve kurban kesme ritüeli olarak kutlanır. René Girard’ın bu ritüelin anlamı üzerine en son söylediğini biz en başta söyleyelim: Tanrı’nın gönderdiği koç sadece kurban edilmek istenen İsmail’in canını değil milyonların da canını kurtardı. Eğer koç inmemiş ve de Hazreti İbrahim oğlu İsmail’i başını keserek Tanrı’ya kurban etmiş olsaydı, Tanrı için yapılmış bile olsa, bu durumu kabullenmeyip İsmail’in intikamını ailesinden birisi – örneğin annesi veya kardeşi – almış olabilirdi. Tanrı’ya insan kurban etme ritüeli çerçevesinde gerçekleşecek ve “kana-kan intikam” şeklinde tekrarlanabilecek bu uygulama o zamanlar kangrene dönüşen şiddet olayını belki daha da tırmandıracaktı. Oysaki koçun intikamını kimse almayacağı için, kurban etme ritüeli ile yaygınlaşabilecek şiddettin de önü böylece alınmış oldu, diyor dünyaca ünlü antropolog René Girard.

Bu örnekle açıklanmak istenen özetle şu: herkesin kendi intikamını almasının doğuracağı şiddet kısırdöngüsünden uzaklaşma isteği toplumları modern hukuk anlayışına ve pratiğine yönlendirmiştir – ki bu istek modern hukukun yerleşmesinden önce bile farklı şekilde gerçekleştirilmeye çalışılmış.

Şiddeti dışlayan bir “öç ve adalet” anlayışına ihtiyacımız var

Türkiye insanında modern hukuka özgü adalet anlayışının kabullenilmesinde karşılaşılan en büyük güçlüklerden birisi sanırım bu: Adalet anlayışımız ve hislerimizde, öç alma pratiğini kendi adımıza topluma ve onun yargı sistemine tam olarak devretmemişiz. Bu tezimizi doğrulayıcı binlerce örnek bulmak mümkün. Cezasını çekip çıkarken cezaevi önünde öldürülenler, yargının vereceği adaleti beklemeden zanlıya önce kendi cezasını verircesine/kendi öcünü alırcasına kötü muamele yapan polisler, yargılama pratiğini bir nevi “toplumsal öç alma mutabakatı” olan ceza kanununun ön gördüğü cezayı vermekle sınırlamayıp, sanığı önce, doğru olduğuna inandığı kendi moral ve ahlak değerleri çerçevesinde, yargılayan hakimlerin -12 Eylül hakimleri bu konuda çok ünlüdürler, davranışlarını sayabiliriz.

Çok daha düşündürücü olanı da Özgecan Aslan’ın katilinin öldürülmesinde olası bir kurumsal yardımın cezaevi içinde sağlanmış, idamı kaldırmış bir devletin ceza kurumunun yasal olmayan bir ceza verme ve uygulamaya iştirak etmiş olması ihtimalinin güçlü olması.

Yukarıdaki tespitimiz biz göçmenler için de geçerlidir. Zira “öç alma pratiğini kendi adımıza topluma ve onun yargı sistemine tümden devretmeme” anlayışından kaynaklanan bir çok suç vakası ile göç toplumlarının ceza mahkemeleri de sık sık karşılaşıyor ve ciddi bazı güçlükler yaşıyorlar. Bu anlayıştan kaynaklanan bir çok kriminel davada, özellikle de töre cinayetleri davasında, göçmenler savunmalarını kültürel bir eksene çekerek suç eylemlerini “bizim gelenek ve göreneklerimiz böyle emir eder” diyerek, “suç ve ceza” yı kendi adalet anlayışlarına göre kendilerinin belirleme hakkının olduğunu düşünürler.

 

[1]Çok kültürlü göç toplumlarında hukuk ve kültür ilişkisine ilgi duyanlara belli ölçüde yardımcı olabilecek bir kaynak: Bülent Kaya und Gianni D’Amato (Hrsg), 2013. Kulturelle Vielfalt und die Justiz. Seismo Verlag. Zürich.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı