Kültür-Sanat

Yazar Ersoy Yıldırım

1988 yılından bu yana İsviçre’de yaşayan Ersoy Yıldırım, edebiyat, resim, şiir, sinema gibi dallarda çalışmalar yürüten çok yönlü bir isim. 

Yağlı boya çalışmaları olan Ersoy Yıldırım, Danimarka, Fransa ve İsviçre’nin çeşitli şehirlerinde yağlı boya resimlerinden oluşan birçok sergiye imza atıyor. Sinema ile de ilgili olan Yıldırım; Kalmak mı zor Gitmek mi (2002), Du & İch (2012), Schweizer Helden (2014) gibi filim çalışmalarında çeşitli roller de üstleniyor.

Ersoy Yıldırım şu sıralar daha çok edebi çalışmalarıyla ön plana çıkıyor. Son olarak Avşar Ağıdı isimli bir romanı yayınlanan Yıldırım’ın bu roman dışında; Cennetten kopan danstı Tamara (2007), Kimliksiz Mavi (2011), Hiç (2012) isimli edebi eserleri de bulunuyor.

Ersoy Yıldırım ile çalışmaları hakkında konuştuk;

Ersoy Yildirim-Avsar Ägide-www.haberpodium.chBugüne kadar 4 edebi çalışmaya imza attınız. Bu çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz biraz?

İlk romanım ‘‘Cennetten Kopan Danstı Tamara‘‘, yaşadığı topraklardan uzaklaşmayı cennetle eş değer gören, arkadaşları tarafından Avrupa’ya gönderilen bir kadının öyküsünü anlatıyor. Köyden çıkışında mutluluk dansıyla uğurlanan kadın, beş yıl Avrupa‘da kaldıktan sonra tekrar köyüne döner ve mutluluk dansıyla çıktığı yerde ölene kadar dans eder. Kısacası bu Roman için; “bir kadının şahsında mutluluk ve ölüm dansının arasına sıkıştırılmış bir toplumun aynası“ demek en doğru değerlendirme olur sanırım.

İkinci romanım, ‘‘Kimliksiz Mavi‘‘, kanlı bir dudağa değen bir öpücük ve o öpücüğün sonunda doğan, kimliksiz bir Mavi Çocuğun ve annesinin hayat kavgasını anlatır. Üçüncüsü, hiçlere sığına bir toplumu anlatan,‘‘Hiç‘‘ isimli bir öykü kitabıdır.

Son olarak raflara gelen kitabım‘‘ Avşar Ağıdı‘‘ adlı bir Roman oldu. Bu kitap çok tartışılıldı ve hala da tartışılılıyor. Yaşar Kemal tadında bir roman okuduğunu söyleyenlerin sayısı azınsanmayacak düzeyde. Bu gelişmeler elbette sevinidirci. Sevindirici olduğu kadar da, daha çok değerli edebiyat eseri ortaya çıkarmak adına da, yazarın kendisini kırbaçlayan, yarışa sokan bir yönü var. Şimdi ben, o yorucu koşunun uzun etabındayım.

Yazma ihtiyacınız nereden doğdu?

Herkesin bir hikayesi vardır. Her taşın, toprağın, ağacın, kurdun kuşun olduğu gibi… Toplumsal tarih bu hikayelerin cana gelmesidir. Romansa o toplumun iç seslerini, kokusunu, dokusunu ve muhabbet dilini yazıya dökme sanatıdır. Ben o dokuyu çok küçük yaşlarda çektim içime. Beş yaşımda küçük skeçler yazarak başladım. Sonraları, rüzgarın ayağıma kadar getirdiği bir gazete parçasıyla yazmaya mahkum oldum adeta. Ayağıma kadar gelen gazete kupüründe bir şiir vardı. Şöyle diyordu şiir: Küfeci çocuk/ Henüz yedi yaşında bağladı küfeyi beline, çalıştı çalıştı…/ Adeta küçük bedeniyle İstanbul’u taşıyordu sırtında./ Kimse Onun farkında değildi./ Ama hiç kimse!/ Bir gün kamyonun altında kalıp öldü küfeci çocuk./ İyiki de öldü/ Gazetelere haber olmayı sağladı. Bir çocuğun ölümüyle var olduğunu gösteren bu şiir, yazma dünyamı eyleme dönüştürdü adeta. Öylesi bir eylemdi ki bu, yazmasam yaşama eylemim bitecek gibiydi. Yaşamak için yazmak da denilebilinir buna.

Edebi çalışmalarınızda ilham kaynağınız nedir? Nelerden esinleniyorsunuz genelde?

Roman, görüntüsü olmayan bir sinemadır benim için. Dolaştığım sokaklar, muhabbet ettiğim güzel insanlar, ağız dolusu küfür ettiğim gelişmeler, sahile vuran aşklar, sıkışıldığında başvurulan hiçler, yüreği avucunda koşan çocuk ve kadınlar her gün bir film şeridi gibi geçer gözlerimin önünden. İşte ben, o görünmeyen filimleri yazıya, bir diğeri ise o yazıları filme döker ve halk, kendini seyreder o sahnede. Ve o  sahnede başlar sorgu. O sorgularla sürer cevap arama hazı. Var olmanın, yaşamda yer edinmenin, gerçek bir canlı olmanın realitesi yatar o beyaz sahnede. İnsanlar evine çekildiklerinde, o beyaz sahneyi bir yorgan yapıp örterler üstlerine.  İşte o sıcak ve huzur dolu yatak ve uyku edebiyatın kendisidir.

Edebi çalışmalarınızı yaparken nasıl bir yol izliyorsunuz? Eserin ortaya çıkış süreci nasıl oluyor?

Plansız yaşayan biri olduğumu beni yakından tanıyanlar bilir. Kafam da tasarladığım bir gerçeği, bir kurguyu yazıya dökerken, sarhoş olmuş  biri nasıl döküyorsa içini öylesine yazıyorum. Son noktayı koyana kadar yazıyorum. Yazdıklarımla sevişmem ise sonra başlar. Yeniden başa döner, gözlerinin içine bakar, bedenine nazikçe dokunur, imgelerini okşar, özeleştirimi yapar, ben ve yazılarımla doyuma ulaşıp, at gibi kişneyene kadar bu sevişmeyi sürdürürürüm. Sonra bir daha baştan sona kadar okurum. Şunu söylediğimde yazım bitmiştir demektir. ‘‘Güzel bir sevişme! Bu aşk uzun yaşayacak!‘‘

Avrupa’da edebi çalışmalar yapmanın zorlukları var mı?

Her canlı gibi insan da, doğduğu topraklara göre şekillenir. Kökünde söktüğünüz bir ağacın başka bir ülkede kök tutması uzun zaman alır. Belki de bu zaman o ağacın sonu da olabilir. Yazar da böyledir. Neyi yazıyorsun? Kendine ait olanı mı, yoksa kıyılarında durduğun limaları mı? Bu soruların cevabı zordur. Eğer cevap birinci soruysa, yazacaklarının asıl yerinde olmanız gerekir. İnsan, hayvan, börtü böcek, toprağın ve dağların kokusunda olmanız gerekir. Aşk uzaktan değil göz göze anlatıldıkça anlamını bulur. Aksi taktirde yazdıklarınız bir yerlerinde çatırdar, tutukluk verir ve okuru da okumaktan uzaklaştırır. Aslında bu uzaklaşma ikinci soruya da cevap niteliğindedir. Uğradığın limana yabancıyken, o limanın hikayesini yazmak neyine be adam? İstesen de yazamazsın. İstesen de anlayamazsın. Ya o adada yaşayacak, araştıracak, onların kültürel dokusuna karışacaksın ya da asla yazmayı denemeyeceksin.

Okuyucularınızdan çalışmalarınıza dair ne tür geri dönüşler alıyorsunuz?

Okuyucuların gerçekten okuyup okumadıklarını tartışmak lazım. Yazara yardım olsun diye kitap alan birinin, yazara yorum yapmak için dönmesi düşünülemez. Ki okuyanların yorumlarını kendi sayfamda paylaşıyorum. Bunlar ciddi okurlar. Okumayı ciddiye alan insanlar. Aslında kendine saygılı insanlardır ki, emeğe saygısından dolayı aldığı kitabı okumuş, yorum yapmaya erişmiş demektir. Böylesi okurların karşısında saygıyla eğiliyorum.

Etkilendiğiniz yazarlar var mı?

Elbette var. Olmaması düşünülemez. Edebiyat dünyasına girmeden, onları okuyup anlayamadan iyi bir yazar olmak mümkün değildir. Kendime has biri olduğumu söylememe rağmen, Yaşar Kemal ve Jack London’dan etkilendiğimi söylemek isterim.

Aynı zamanda şiir, resim ve sinema ile de ilgilisiniz. Bunlardan hangisini kendinize daha yakın buluyorsunuz?

Sanırım daha önce söylemiştim; Roman, görüntüsü olmayan Sinemadır. Yazarken sinemada kendimi bulmam bu tarifimi doğruluyor sanırım. Yazmada ciddiyseniz, bir oyuncu, bir senarist olmaya da adaysınız demektir. Hangisinin ön plana çıktığı yaşantınızla da birebir ilintilidir diye düşünüyorum. Şiir zaten benim olmazsa olmazlarımdan. Yazıyorum ve sosyal medyada da paylaşıyorum. Ve gayet cüretkar davranarak söyleyebilirim ki şair olduğumu söyleyenler çoğalıyor.

 Son olarak yeni çalışmalarınızın olup olmadığını soralım size.

“Yakında yeni romanım görücüye çıkacak“ demek yeterli sanırım. Tüm okurlara sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı