Özgür Tamcan

Mutsuzluk kendinden ve şehirden nefret etmektir

Özgür Tamcan

Dr.Phil. Özgür Tamcan

Fachpsychologe für Psychotherapie FSP

otamcan@gmail.com

 

 

 

 “Bu şehirde kaç yılımı arkamda bırakmıştım anımsamıyorum. Ama tren o şehre her yaklaştığında, içimde hissettiğim tek şey, bulabildiğim ilk trene atlayıp oradan kaçıp gitmekti. Gözlerim yavaşlayan trenin penceresinden yüzüme dökülen duvarları, çatıları, insanları ve renkleri görmezdi de, şehrin nehri gibi durmak bilmeden akan, ruhumun üstünde hiç bir iz bırakmadan geçip giden zamana dalardı. Şehirden her ayrılışım, nereye olursa olsun, yeni bir umuda yolculuk gibiydi. Hiç hesapta olmayan bir mutluluğun beni tesadüfen bulacağına ve beni bu şehirden kurtaracağına inanırdım.“

Bu şehir miydi beni mutsuz eden, yoksa mutsuzluğumu resmettiğim yer miydi şehir?

Orhan Pamuk`un «İstanbul – Hatıralar ve Şehir» kitabını okumaya başladığımda daha bu soruyu sormamıştım kendime. Ta ki «Mutsuzluk kendinden ve şehirden nefret etmektir» başlıklı bölüme gelip, o başlıkta takılıp kalana kadar.

Göç-Doğu-Batı

Her göçmenin kaderidir kökünden koparılmak. Tanımadığı, bilmediği bir iklime ve toprağa yeniden ekilen bir çiçek gibi, solup gideceği mi, yoksa açılıp türlü renklerle gürleyip büyüyeceği mi…Hiçbiri bilinmez. Göç, kim olursa olsun herkes için zordur. Ama doğudan batıya göç en zorudur.

Johannes Zerger «Irkçılık nedir?» adı kitabında, ırkçılığın kısa tarihsel bir özetini geçer. Nazi Almanyası’nın Hitler adlı bir psikopatın bir eseri olmadığını, üzerinde yükseldiği toplumsal ve düşünsel yapının köklerinin 500 yıllık bir süreçte; sanatsal, felsefi, edebi ya da tıp ve biyoloji gibi bilimsel çalışmalarla örüldüğünü gözler önüne serer.

«Batılının doğuludan üstün olduğuna dair» kültürel inancın da üzerinde kurulduğu kültürel üstünlüğün izlerini beşeri-doğa bilimlerinde, sanat eserlerinde ve mimaride de bulmak mümkün olduğu gibi, günlük yaşamın içini dolduran kelimeler ve önyargılar, doğulu göçmenin tekrar tekrar yüzleşmek zorunda kaldığı sosyolojik bir gerçektir.

göç

Doğulunun ne olduğu, kim olduğu, ne düşündüğü, inancının ve tercihlerinin ne olduğu değil; üzerine giydiği coğrafik resim ve o coğrafik resme ait önyargılardır onu tanımlayan.

Batılının doğuludan daha üstün, daha değerli olduğuna dair inanış sadece bir fikir ya da politik görüş değil, batı kültüründe ya da onun etkisinde sosyalleşen, harmanlanan her insanın bilinç altına da kazınmıştır aynı zamanda.

Annesi Jamaikalı olan yazar Malcolm Gladwell, siyahlar üzerindeki önyargıların araştırıldığı bir deneyden bahseder. Deneyde sadece beyazlar değil aynı oranda siyahlar da siyahlar hakkındaki önyargılara sahiptirler. Batı kültüründe işlenmiş üstünlük inancı, doğuda doğulunun-yani kendisinin daha değersiz olduğuna dair iç inanışında yansımasını bulur.

Siyah deri beyaz maske

Karayip Adası Martinik doğumlu Franzt Anon, o zamanlar Fransız kolonisi olması nedeni ile yaşamını Fransa`da sürdürmüş bir psikiyatrist ve düşünürdür. Anon “Siyah Deri Beyaz Maske” kitabında kolonileştirmenin psikopatolojisini anlatır. Kendini reddetmeyi öğrenen siyah insanın (derisinin renginden daha çok üst olarak kabul edilen kolonyal ulusa ait olmayanlar olarak anlaşılmalı), onun efendisi olan beyaza benzeme patolojisini ve yok ediciliğini bütün çıplaklığı ile önümüze serer. Yaşamını içine sığdırdığı siyah derinin reddedilişi aynı zaman da kendi varoluş reddidir aynı zamanda. Ama var olmak, aynı zamanda kabul görmek ve değerli olmaktır da.

Yüzlere takılan beyaz maske, efendisi gibi yaşamak, onun gibi inanmak, onun gibi davranmak değerli ve var olmaya giden yoldur “siyah derili” için. İnsanın kendini terk edip, başkası olarak var olma çabası, onu her geçen gün biraz daha yok oluşa yaklaştırır aslında.

20.yüzyılın sayılı düşünürlerinden olan edebiyat profesörü Edward Said`in “Oryantalizm“ isimli eseri ve teorisi Anon`un düşüncelerinin toparlandığı benzer diğer bir eserdir.

Şarkiyatçı yazarların eserlerini inceleyip sonuçlarını toparladığı bu kitapta Said, Batı`nın Doğu’yu gördüğü yeri anlattığı gibi, Batı`nın elinde tuttuğu düşünsel ve işlevsel kültürel hegemonyadan bahseder. Batı`nın dünyayı anladığı ve gördüğü yer kıble gibidir. Doğrunun ya da gerçeğin görüldüğü, onun doğru ifade edildiği, gerçeğin ne olduğunun tartışılabileceği, bunların ölçüsü olan yerde o perspektif ve o çerçevedir, yani batı felsefesi, bilimi, düşüncesidir.

Doğunun, doğulunun kendine doğru ve gerçekçi bakabilmesi, kendini anlayabilmesi de ancak batının penceresine tırmanması, onun penceresinden bakabilmesi ile mümkündür.

Doğulu göçmenin kendini bulduğu, kapılarını çaldığı ve içine girdiği şehirlerde bu şehirlerdir.

Kolonileştirme patolojisindeki göçmen

Eğer doğudan batıya ise göç, onun davet edeni yoktur. Kapısındaki tel örgüleri, duvarları, sahil güvenliklerini asarak, her yolu deneyerek o topluma girmek, o toplumda yasamak, onun bir parçası olmak ister göçmen. Anon ve Said`in anlamaya ve anlatmaya çalıştığı kolonileştirmenin patolojisinin tam ortasında olduğunun daha farkında değildir: fail ile kurban, efendi ile köle arasındaki ilişkidir kolonileştirmenin yaratığı patolojik ilişki.

Oryantalizm teorisinin gördüğü batılı ile doğulu ilişkisi de bu patolojik ilişkidir. Beyaz, kendisine benzemesini ister siyahın. Siyahın ise “derisini” (dilini, bilinçaltına yerleştirdiği kültürel kodları vb.) değiştirme şansı yoktur. Yapabileceği tek şey, yüzüne, ruhuna beyaz bir maske takip efendisini taklit etmektir.

Göç, yeni şehirler ve mutluluk

Neydi peki yukardaki sorunun cevabı? Şehir miydi insani mutsuz eden, yoksa mutsuzluğu resmettiğimiz yer miydi şehir? Kendinden farklı olanı kabul edemeyen, ondan kendini terk etmesini ve ona benzemesini isteyen bir şehri sevmek mümkün müdür?

göç

Kendini kabul edemeyen insan -nedeni ne olursa olsun- bir başkası olmaya çalışır.  Başkası olmaya çalışan her insanın bir gün keşfedeceği şey, aslında kendinden nefret ettiğinden başka bir şey de olmayacaktır.

Mutlu olmak sevmektir. Bunun ilk adımı kendini sevmektir. Sevmek-kendini sevmek ya da kendini kabul etmek dünyanın hem en kolay hem de en zor işidir. Temel güven-kabul duygusu (Urvertrauen) sevginin ve kendini sevmenin en sarsılmaz ve olmazsa olmaz taşıdır ve bu duygu ancak küçük bir çocukken anne baba tarafından verilirse insanın içine yerleşir. Eğer bir çocuk bunu yaşamamışsa, yani temel güven-kabul duygusu ile büyümemişse, ona ilerleyen yaşlarda ulaşmak gerçekten de çok zordur.

Bakmayın nice nice psikoterapi kuramlarının ve metotlarının olduğuna. Bakmayın terapistin kapısını çalanın hangi nedenden çaldığına. İster depresyon, ister bağımlılık, ister korku, isterse de travma… Her terapinin ve terapistin sizi götürmek istediği yer aynıdır; içimizdeki sevilmeyi-kabul edilmeyi bekleyen yaralı çocuk…

İçinizde duymadığınız ama sizden nefret eden bir ses vardır. O sesle sizi buluşturmak, o sesin çenesini kapatmak ve kendinizi bir çocuk gibi sevmeyi öğretmektir terapinin hedefi. Bunun sonucunda, çocuklukta yaşama imkânı bulamadığınız o temel güven duygusunu içinize yerleştirmektir.

Doğulu göçmen için bu süreç daha zordur, çünkü onu kabul etmeyen, derisini değiştirmesini isteyen şehirlerde yaşarlar.

Nerden gelirseniz gelin, derinizin rengi, diliniz, inancınız ne olursa olsun, kendinizden başkası olamazsınız. Yaşadığınız iklim ve toprak ne olursa olsun, kendi ikliminizi yaratmak ve kendi toprağınızı bulmaktan, yani iç dünyanızın şehrine dönüp, orda yaşamayı öğrenmek ve iç dünyanızın şehirlerini sevmekten başka şansınız yoktur.

Eğer nefret ediyorsan yaşadığın şehirden, demek ki dönüp içine bakmanın zamanı gelmiştir. Yaşadığın şehrin ismi ne olursa olsun, kimin olursa olsun, temel güven ve kendini kabul duygusunu bulacağın tek yer kendi iç şehrindir. Mutluluk da iç şehrini ve kendini sevmektir.

Bu yazıyı Konstantin Kavafis`in ünlü şiirinin bir bölümü ile bitirmek istiyorum:

Yeni bir ülke bulamazsın,

başka bir deniz bulamazsın.

Bu şehir arkandan gelecektir.

Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın.

Aynı mahallede kocayacaksın;

aynı evlerde kır düşecek saçlarına.

Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.

Başka bir şey umma.

Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.

Ömrünü nasıl tükettiysen burada,

bu köşecikte,

öyle tükettin demektir

bütün yeryüzünde de.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı