Bülent Kaya

Göç ve terörizm

Bulent Kaya

Bülent Kaya

Siyaset bilimci ve Araştırmacı

 

 

Patlamaya Hazır Potansiyel Bomba mıyız?

Göç kökenli IŞİD bombacılarının batı başkentlerinde kendilerini arka arkaya patlatmalarıyla oluşan terör ortamı “göç ve güvenlik” ilişkisini yeniden gündeme getirdi. Yeniden diyoruz çünkü bu ilişki son gelişmelere özgü yeni bir şey değil. Göçler tarihine kısa bir göz atarsak göç olgusunun sürekli bir “güvenlik” endişesiyle ele alındığını gösteren birçok örneğe rastlayabiliriz.

Örneğin 20.yy başlarında, başta ABD olmak üzere birçok Batı Avrupa ülkesinde, İtalyan göçü aracılığıyla mafya faaliyetlerinin göçmenler nezdinde yaygınlaşıp kalıcılaşacağı ve bu yüzden de ülkelerinin kamu düzeni için ciddi bir tehlike oluşturacağı endişesini ifade eden cümleler yediden yetmişe herkesin ağzında sakız gibi çiğnenirmiş. Fazla gerilere gitmeye gerek yok. 80’li yıllarda Türkiye’den gelen göç dalgasının “Türk-Kürt çatışması”nı Avrupa göç ülkelerine sıçratacağı, kamu düzenini bozup insanların huzurunu kaçıracak bir olgu olarak algılanması hala hafızlarımızda canlıdır.

11 Eylül 2001’de New York’taki İkiz Kuleler’e ve Pentagon’a yapılan terör saldıranlarından sonra göç ve güvenlik ilişkisi bir adım daha ileriye götürülerek terörizmle bağı ekseninde değerlendirilmeye başlandı. Oysa ki El-Kaide’ye bağlı kişilerce gerçekleştirilen bu “İslam motifli” terör saldırılarının olduğu dönemde Amerika Birleşik Devletleri’nin aldığı göçün yüzde 95’ine yakın bir kısmını, terörist faaliyetlerle hiç bir bağları olmayan Katolik Meksika veya diğer Latin Amerika ülkelerden gelen göçler oluşturmaktaydı.

Paris ve Brüksel’deki son terör saldırılarından sonra göçün güvenlik sorunuyla ilişkilendirilmesinde yeni olan bir şey yok mu? Elbette var. Güvenlik kaygısı daha derin ve kapsamlı bir boyut kazandı. Pek dillendirilmese de, her an ve herhangi bir yerde terör saldırısının kurbanı olunabileceği gibi bir risk algısına ve terörün ilk kez yaşam tarzımızı ve günlük yaşantımızın seyrini tehdit edebileceği hissine kapılmaya başladık.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu his ve duyguların gelişmesinde göç olgusunun bir arka plan olarak belirmesi, IŞİD bombacılarına lojistik her türlü kaynak oluşturan referans yeri ile mülteci dalgasının geldiği kaynağın (ağırlıkla Suriye) aynı olmasının payı elbette ki göz ardı edilemez. Ayrıca IŞİD bombacılarının ikinci veya üçüncü kuşaktan göçmen kökenli Fransız veya Belçika vatandaşları olması bu arka planın öneminin gerektiğinden fazla abartılmasını kolaylaştırdı.

Peki bu gelişmeler göçü ve terörizmi bundan böyle bir elmanın iki yarısı gibi algılamamız için yeterli bir neden midir?

İngiltere’de Warwick Üniversitesi bünyesinde yapılan ve geçtiğimiz Şubat ayında Journal of Politics’te sonuçları yayımlanan “Göç Teröre Yol Açıyor mu? “ adlı araştırma, kapsamı ve metodolojik özelliğiyle bu alanda ciddi bir bilimsel kaynak oluşturuyor. Araştırma 145 ülke arasında 1970-2000 yıllarında yaşanan göç hareketlerinin ve göç veren ülkelerde gerçekleşen terör saldırılarının Dünya Bankası’nda bulunan verilerinin analizini yaparak, ülkeler arasında göç hareketi eksenli bir “risk düzeyi” endeksi oluşturuyor. Elde edilen endeksle araştırmacılar şu soruya cevap arıyorlar; ülkeler arasında terörün yayılmasına göç yardımcı oluyor mu?

Elde edilen bulgular son derece açık ve net; “Göç terörizmin bir kaynağı değildir”. Bu sonuca göç ve göçmen karşıtı tavrı ile öne çıkan Macar Başbakanı Viktor Orban gibi “Avrupa’ya yönelen yasadışı göçle terörizmin yaygınlaşması arasında acık ve kesin bir bağ vardır” diye düşünen, peşin bir yargıya sahip ve her hangi bir bilimsel kanıta dayanmadan ileri sürülen popülist yaklaşımın katılmasını beklemek elbette mümkün değil. Bu mantık “her göçmen veya göçmen kökenli kişinin bir gün kendini patlatacak potansiyel bir bomba olmaması için hiç bir neden yoktur” gibi saçma ve aptalca bir görüşü ima etmekten çekinmez.

Oysaki, aynı araştırmaya göre, “göç terör saldırılarının değil artmasına azalmasına bile neden olabilir”. Araştırmayı yöneten Warwick Üniversitesi Siyasal Bilgiler ve Uluslararası İlişkiler bölümü profesörü Vincen Bove bu konuda şöyle bir değerlendirme yapıyor: “ Bu sonucun şaşırtıcı bir yanı yok. Göçmenler bir ülkeden başka bir ülkeye göç ettiklerinde, orda yeni yetiler, bilgiler ve perspektifler elde ediyorlar. Bütün bunlar teknik gelişmeyi, yeni fikirlerin yayılmasını ve sonuç olarak da ekonomik gelişmeyi teşvik ediyor”, diyor ve ekliyor: “Eğer ekonomik gelişmenin aşırılığın azalmasına katkı yapan bir etken olduğunu düşünüyorsak o zaman göçün pozitif bir etki yaratacağı fikrine de katılmamız gerek”.

Hatta bu düşünceyi siyasi alana çekerek, göçün -en azından Avrupa’da- siyasi göçmenlerin radikal politik faaliyetlerini belli bir zamandan sonra de-radikalize ettiğini ileri sürebiliriz. Bunun kanıtı olarak da Avrupa’daki Türkiyeli bir çok sol örgütün, tabiri caizse gelirken bavullarında getirdikleri, çoğu zaman şiddet eksenli radikal siyasi faaliyetlerinin ve düşüncelerin zamanla nasıl bir de-radikalizasyona uğradıklarını gösterebiliriz. Silahlı mücadele eylemlerine duyulan romantik sempatiler yerlerini anti-şiddet teorilerine, daha akılcı söylemlerle ilişkilendiren düşünce ve tavırlara bıraktı. Üstelik, göç ortamında beliren bu eğilim kısa bir sonra kendine Türkiye’de de belli bir zemin bulabildi.

Yazımızı şöyle bir soru ile sonlandıralım. Birinci kuşak için politik olarak de-radikalizasyon rolü oynan göç ortamı neden ikinci ve üçüncü kuşak için siyasi radikal eğilimlerle buluşma riski oluşturuyor? Bu soruyu tartışmak ayrı bir yazı konusu.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı