Özgür Tamcan

Kamala Harris de bizi görecek mi?

Özgür Tamcan

Dr.Phil. Özgür Tamcan

Fachpsychologe für Psychotherapie FSP

otamcan@gmail.com

 

Vizyontele’nin unutulmaz sahnelerinden biridir. Televizyonun şehre geleceği ilan edildiğinde „radyonun resimlisidir“ der belediye başkanı. “Zeki Müren`i hem dinleyip hem göreceksiniz“ diye de ekler. Bunun üzerine kötü adam Cem Yılmaz “Peki Zeki Müren de bizi görecek mi?“ diye sorar. Belediye başkanı da dahil insanlar birbirlerine bakar, bilemezler. İnsanın teknoloji karşısındaki bilememezligini, onun karşısındaki naifliğini anlatır bu sahne. Bilememezlik, naiflik, beklentiler…

Kasım ayında Trump`ın seçimleri kaybedip, yerini Biden`a bırakması ile doğan iyimserlik rüzgârını tetikleyen en önemli aktörlerden biri de başkan yardımcılığı görevini alacak olan Kamala Harris oldu. Adında demokrat olan bir partiye üye olmasının yani sıra, kadın olmasından da yola çıkarak, dünyaya güzellikler getireceğini düşünen insanlar az değil. Kamala isminde mistik ve romantik anlamlar bulup, Harris`in dünyayı bir çiçek bahçesine çevireceğine düşünenler bile var.

Peki belirli kalıplara iyiyi, belirli kalıplara kötüyü yerleştirmek mümkün mü? #metoo hareketi ile güçlenen, kadının kurban ve iyi, erkeğin ise cünhakâr ve kötü olduğuna dair inanç nereye kadar doğru? Ya da kötü olmak erkeğe, iyi olmak da kadına mi ait?

www.haberpodium.ch

Kötülük…

Nasıl tanımlıyorsunuz siz kötülüğü? Alman nazilerinin Yahudi katliamı mı kötülük? Ya da Hiroşima’ya atılan atom bombası mı? İşkence mi? Evinize giren hırsız mı? Cana kıyan katil mi? İnsanı asan cellat mı? Sizi yoldan çıkaran şeytan mı? Yoksa iyiliğin tersi mi kötülük? O zaman iyilik ne?

İyilik de, kötülük de insanla vardır ve insana aittir. İnsan iki ayak üzerinde yürümesiyle değil, aklın yani beynin gelişimi ile insanlaşmıştır. Beynin gelişen üst tabakaları planlama, analiz etme, kurgulama gibi yeteneklerle insanı hayvanın üstüne taşırken, ona aynı zamanda yapabileceği en büyük kötülüğü yapmıştır; kötülük yapma becerisi. İyilik de kötülük de doğadadır. İnsan ise bunu yönetebilen tek canlıdır.

İnsanın cennetten kovuluş hikayesinin yasak meyve çalmak ile başlaması, Adem ve Havva’nın dünyaya getirdikleri ilk çocukları Kabil`in Habil`i öldürerek kardeş katili olması tesadüf olmasa gerek.

İster bilimsel, felsefi, dinsel etik, ister dini ya da benzeri inanış; hepsinin tek çabası insanı, doğayı ve onunla birlikte iyi ve kötüyü anlamak, onun kurallarını bulmaktır. Din ve etik ikisi de aynı şeyi arar; iyilik ve kötülük, suç ve günah. Bilinen en iyi liste ise 7 günahtır: Kibir, Açgözlülük, Şehvet, Öfke, Kıskançlık, Oburluk, Tembellik.

Etik ve mutluluk ikiz gibidir. Etik mistik, doğaüstü, derin mutluluğun sırlarını arar. İyilik insanı mutluluğa, kötülük ise huzursuzluk ve çöküntüye götürür. Sonuçta ; yaşamın anlamı da, ve insanın yasam amacı da mutlu olmaktır.

Peki kötünün kökenleri nerede, erkek kötülüğe, kadın ise iyiliğe daha mi yatkındır?

Alman ırkının kötü olduğunu kanıtlamaya çalışan deney: Milgram Deneyi

Milgram Deneyi

Stanley Millgram Amerikalı bir psikologdur. 1933 yılında New York`ta dünyaya gelen Milgram`ın babası Macar, annesi Romanya kökenlidir ve ikisi de Yahudi’dir. Stanley Milgram doktorasını dünyanın en önde gelen psikologlarından Goldon Allport`un öğrencisi olarak Harvard Üniversitesi’nde yapmış, sonrasında New York Üniversitesi’nde psikoloji profesörü olmayı başarmıştır. Stanley Milgram dünya çapındaki ününü ise, onun adı ile anılan Milgram Deneyi (Milgram Experiment) ile kazanmıştır.

Milgram`ı bu deneye iten düşüncenin arkasında yine Amerikalı bir psikolog ve psikiyatrist olan Jerome Frank`ın “itiat etme deneyi“ yatmaktadır. Milgram`ın deneyinin amacı ise Alman Nazi vahşetini anlamaktır. Milgram, Yahudilere yapılan kötülüğün Almanların ulusal, kansal ya da genetiksel özelliklerine bağlı olduğunu düşünüyordu.

Deneyi kısaca özetlersek (ayrıntıları internette bulabilirsiniz); Milgram deneyde, insanın etik değerler açısından kabul edilemez bir eylemi, otoritenin etkisi ile ne dereceye kadar yapabileceğini ve bunun nedenlerini anlamaya çalışmıştır. Katılımcılara ise deneyin amacının „cezanın öğrenme üzerindeki etkisini araştırmak“ olduğu söylenir. Deney tam bir tiyatro şeklinde tasarlanmış ve uygulanmıştır. Deneyin katılımcılarına öğretmen rolü verilir. Öğretmenin görevi diğer bir katılımcıya (bu kişi deney düzenin bir parçası olan tiyatrocudur) bir kelime listesini öğretmek ve sonrasında bu listeyi tekrarlamasını istemektir. Öğretmenin başında ise deney sorumlusu olan otoriter görünüşlü birisi vardır. Bu otoriter görünüşlü sorumlu öğretmenden, öğrencinin verdiği her yanlış cevaptan sonra, ona ceza olarak 15 volt artan derecede elektrik vermesini ister. Tamamen kurgu olan deneyde, öğrenci rolündeki kişiye tabii ki elektrik verilmez. Öğrenci rolündeki kişi elektrik soku yaşıyor gibi davranış gösterir. Artan elektrik şoku karşısında eğer öğretmen deneyi bitirmek isterse, deney sorumlusu otoriter bir sesle devam etmesini ister.

Bu deneyin sonuçlarının korkutuculuğunu ne Milgram ne de çalışma arkadaşları bekliyordu. Deneklerin üçte ikisi verdikleri elektrik miktarını en yüksek seviye olan 450 volta kadar çıkartmışlardır. Geriye kalanlardan 5 tanesi 300 voltta ve diğer 9 tanesi ise verilen elektrik miktarı 315 ile 375 arasında iken deneyi bitirmişlerdir. Deneyin sonuçlarının bir hata olabileceğinden emin olan Milgram deneyin 20 değişik versiyonunu denemiş ve hepsinde sonuç aynı olmuştur.

Milgram ve arkadaşları bu derece şiddeti sadece kişilik bozukluğu olan kişilerin uygulayacağını düşünmüşlerdi. Peki kimdi küçük bir öğrenme deneyinde otoritenin etkisi ile bir insani öldürebilecek bu kişiler? Erkekler? Eğitimsizler? Dinsizler? Siyahlar? Almanlar?

Dünyada bu deney yüzlerce kez tekrarlanmıştır ve yüzlerce kez aynı sonuca varılmıştır; ister dini, ister ulusal, ister renksel, ister cinsel, ister eğitimsel hiç bir grup farkı bulunamamıştır.

Sorumuza dönersek… Kadınlar da erkekler de aynı derecede otoriteye boyun eğip yok etme eğilimini göstermişlerdir. Yani Milgram`a göre kötülük her hangi bir faktöre bağlı olmaksızın evrenseldir. Ve kadın da erkek de aynı derece de kötüdür.

Kötü adam Phineas P. Gage

Phineas P. Gage

Phineas P. Gage 19. yüzyılda yaşamış Amerikalı bir demiryolu işçisidir. Nörobilimin adından en çok bahsettiği vaka olan Phineas P. Gage`in hikayesi kısaca şöyledir;

1823 doğumlu olan Gage, 13 Eylül 1848 yılında geçirdiği kazaya kadar çevresinde saygılı, uyumlu, kötü alışkanlıkları olmayan iyi bir insan olarak bilinirken, geçirdiği kaza sonucunda tamamen bir kişilik dönüşümü yaşar ve tam bir psikopata dönüşür. Kazanın nörobilim için önemi ise şuradadır; patlama sonucunda oluşan kazada Gage`in kafasından demir bir parça geçer ve beynin sol frontal lobunu parçalar. Gage`in motorik, algılama gibi özellikleri zaman içerisinde eski haline gelir. Beyinde tek hasar gören frontal lobtur.

Gage`in frontal lobunun parçalanması ile onun bir psikopata dönmesi arasındaki bağ nedir peki?

Frontal lob alnın hemen arkasında başlayan, yani beynin ön tarafında olan, gelişimi en uzun süren, evrimsel gelişim düzeyi ile hacmi artan ve hacmi en fazla insanda olan beyin bölümüne verilen addır. Bu bölge bütün sinir sistemi aktivitelerinin toplanıp işlendiği merkezdir. İşlenme sonrasında ortaya çıkan sonuçlar davranış, refleks, planlama olarak hayata geçirilir. Dikkat, plan yapabilme, sonuç çıkarma, mantık, refleks-davranış-duygu kontrolü, kendi hakkında fikir sahibi olabilme ve her şeyden önemlisi de empati kurabilip ona göre hareket edebilme bu bölgenin işlevleri sayesindedir. Peki bu bölgenin zarar görmesi kötülüğü nasıl tetikleyebiliyor?

Beyin yapısı ve kötülük

Nörobiyolojik veriler, ergenlik döneminde üretimi artmaya başlayan androjen cinsel hormonunun beynin şiddet ve saldırganlık bölümlerinin değişime uğrattığını gösteriyor.

Yumurtalıklarda az miktarda üretilse de, asil yoğunluk ve işlev erkek cinsindedir. Tekrarı yüzlerce kez yapılan Milgram deneyi kadın ile erkek arasında fark yok dese de, artan androjen miktarı ile beynin şiddet ve saldırganlık bölümlerini yeniden şekillenmesi, buna fiziksel üstünlüğü de eklersek, erkeğin suç istatistiklerinde neden en önde gidiyor olmasını  açıklıyor gibi görünüyor.

Şiddet ve saldırganlık üzerine yapılan deneylerde psikopatik özellikleri olmayan insanların beyin aktiviteleri incelendiğinde, beynin değişik bölgelerinde büyük hareketlilik gözlenir. Bu bölgeler korku merkezi olan Amigdala, beynin ortasında olan temel beden işlevlerinden sorumlu Hipotalamus ve yukarda bahsettiğimiz frontal lobtur. Burada en önemli yerlerden biri de duygu ve çatışma kontrolünde merkezi olan orta frontal lobdur. Normal olan insanlarda görülen bu hareketlilik psikopat özellikleri olan insanlarda incelendiğinde ortaya çıkan sonuç ilginçtir: Nerdeyse hiç bir hareketliliğin gözlenmemesi. Özellikle orta frontal lobda.

Diğer ilginç nörobilimsel bir bulgu ise, frontal lobtaki hareketsizlik ile yalan arasındaki bağdır. Yalan söyleme anlarında bu bölgelerdeki hareketlilik miktarı azalır. Öyleki yalan söyleme alışkanlığı olmayan insanlarda yapılan deneylerde, vicdan ve ahlakin oturduğu yer olarak kabul edilen bu bölgeler, deneysel olarak elektrik şoku ile işlem dışı bırakıldığında, bu insanların kolayca yalan söyleyebildiği gözlemlenmiştir.

www.haberpodium.ch. İsviçre gündemi, haberpodium, isvicre vatandasligi, isvicre haberleri

Başka nörobilimsel bir bulgu ise, psikopatik ağır adli suçluların korkuyu önceden kestirmelerinin/hissetmelerinin mümkün olmadığıdır. Bilişsel olarak herhangi bir durumun (örneğin gece işsiz bir sokak arasında yürümek) korku yaratabileceğini tahmin etseler de, korku duygusunu yaşamazlar. Korku yaratabilecek bir herhangi bir tetikleyici normal insanlarda bilinçdışı korku duygu ve davranışına (bedensel hareketlenme, terleme, kalp atışları, uzaklaşma vs.)  neden olurken, bu insanlarda bu tepkilerin hiçbiri gözlemlenmemiştir. Bu insanlar çok çabuk sıkılan, sürekli meşgale arayan, korkusuz, şiddete eğilimli insanlardır.

Bunun beyinsel nedeni küçülmüş bir amigdala, işlemeyen beyin ön lobu ve aynı işlevsizlikte ki beynin orta bölümüdür. Bunun genetiksel ve psikososyal nedenleri mevcuttur.

Ebeveynlerinde psikopatik özellikler görünen çocuklar, onlardan ayrı büyüseler de ilerleyen yaşlarda kontrol gruplarına oranla belirgin şekilde daha fazla psikopatik davranışlar gösterirler. Psikososyal ve biyolojik neden olarak doğum öncesi annenin aşırı stres yaşaması, doğum zorlukları, çocukluk döneminde aşırı şiddet, cinsel ve duygusal istismar, kaos içinde büyüme (sürekli taşınma ve ilgisizlik), ilerleyen yaşlarda alkol, uyuşturucu, oyun bağımlılığı ve onunla ilintili sosyal kopukluk bu nedenlerden sadece bazılarıdır.

Kadın ve erkek arasındaki fark

Yukarda bahsettiğim nörobilimsel bulgular erkekler üzerinde yapılan deneylerde ortaya çıkarılmıştır. Peki kadınlarda durum nedir? Diger bir soru ise, eğer Milgram deneyi sonuçları doğru ise yani erkek ve kadın arasında fark yoksa neden suçluların büyük bir bölümü erkeklerden oluşuyor?

Evet, suç istatistiğinde erkekler kadınlara oranla gerçekten daha fazla. İlk sorunun yanıtını veren bilimsel çalışmalardan biri Harenski ve arkadaşlarına ait, 2014 yılında yayınlanan bir çalışmadır. Bu çalışmaya göre erkeğe ait psikopatik beyinsel görüntüler tamamen kadınlar üzerinde de görülmektedir. Diğer çalışmalar da psikopatik beyin görüntülerinin kadın ve erkekler arasında ayrışmadığını gösteriyor.

Buradan suç istatistiğine dönersek önümüze ilginç bir veri daha çıkıyor; suç istatistiklerinden cinsel suçları çıkardığınız an, kadın ve erkeklerin suç işleme oranları neredeyse eşit hale geliyor. Bu veriler daha nörobiyolojik gözlem yapma fırsatı olmayan Milgram`ın deney sonuçlarını da doğruluyor: Hiçbir dış ayrım kötülüğü açıklayamıyor, cinsiyet farklılıkları da. Aradaki tek fark erkeklerin cinsel suç islemelerindeki yoğunluk.

Kamala Harris bizi görecek mi?

Kamala Harris

Simdi yazının başlığındaki soruya dönelim: Kamala Harris kadın olduğu için bize iyilikler mi getirecek? Kendisi gibi kadın olan, Trump öncesi demokrat hükümetin dışişleri bakanı Hillary Clinton`ın Arap Bahar’ı projesinin bütün kuzey Afrika’yı cehenneme çevirdiğini daha unutmamışken, dünya tarihinin ortaya çıkardığı en vahşi siyasi kültürünün başkan yardımcılığını yapacak olan birinden, kadın olduğu için barış, adalet, özgürlük yani iyilik beklemek Zeki Müren`in mezarından kalkıp bizi televizyondan izlemesini beklemekten daha az naif olmasa gerek.

Alman nörobilimci Niels Birbaumer psikopatları ikiye ayırıyor; başarılı ve başarısız psikopatlar. Başarısız olanlarını biliyoruz, cezaevinde yatanlar. Başarılı psikopatlar ise iyi ailelerden gelip, nerde nasıl davranacaklarını bildikleri ve iyi eğitim aldıkları için yüksek derecede kariyer yapabiliyorlar. Hem de cinsiyet ayrımı olmadan. Müdürler, genel müdürler, başkanlar, başkan yardımcılıkları gibi…

Bana sorarsanız, evet, Kamala Harris bizi mutlaka görecek. İsteyen üzerine rahat, isteyen de sıkıca bir şeyler giyebilir.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı