DiziisviçreİsviçreSağlık

Roche ve İsviçre ilaç endüstrisinin tarihi

Basel'de bulunan ve yüksekliği 178 metre ile 205 metreyi bulan iki heybetli Roche kulesi çok uzaktan görülebiliyor. Bu heybet ekonomi dünyası içinde de geçerli.

Dünyanın en büyük ilaç şirketi olan Roche, tek başına tüm İsviçre ihracatının yaklaşık % 10’unu gerçekleştirirken, yılda yaklaşık 30 milyar frank değerinde ilaç ihraç ediyor.

1 Ekim 1896’da Fritz Hoffmann-La Roche tarafından İsviçre’de kurulan şirket, bu yıl 125‘inci yaş gününü kutladı. Şirketin %50,1 oy hakkına sahip olan André Hoffmann, Roche‘un 100 yıl sonra da var olmasını sağlamak için çabaladıklarını söylüyor.

Roche 125 yıl süre zarfında Bayer, Hoechst, Schering ve Merck gibi Alman ilaç üretici firmaları ile rekabet içine girerken, birkaç kez yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalmış.

“Basel’in mucizesi” olarak tanımlanan Roche, bir zamanlar dünyanın eczanesi olarak bilinen Almanya’ya ve Alman rakiplerine karşı üstünlük sağlarken, bir diğer İsviçreli ilaç şirketi olan Novartis ile birlikte zirveye çıkmayı başardı.

Şirket geçmişi

Temelde ilaç şirketlerinin gücü kimyasal sentezde yatarken, şirketler ilk yıllarda kimyasal maddeleri ilaç haline getiriyorlar. Önceki yüzyılın ilk çeyreğinde biyomedikal gelişmelerde bir dönüm yaşandı. Bunun en güzel örneğini ise penisilin oluşturdu.

Özellikle de iki dünya savaşı döneminde epeyce ilaç üreten Roche, kendini her zaman yeniledi ve biyologlar ile tıp uzmanlarını, yeni ilaçların geliştirilmesi sürecine erken bir aşamada dahil etti. Büyük bir reklam kampanyası ile de desteklenen ilk rekor, 1898’de Sirolin isimli öksürük şurubu ile geldi.

Roche 1920’lerin başlarında, başlangıçta ekonomik olarak pek de önemli bir rol oynamayan, ancak Roche’a yüksek bir bilimsel itibar kazandıran ilk biyo-kimyasalları da kullanmaya başladı.

Krizden uyuşturucu ile çıkmak

Tarihsel kaynaklara göre Roche, Birinci Dünya Savaşı’nı büyük zorluklarla atlattı. Bunda eroin gibi uyuşturucu maddelerinin satışı önemli bir rol oynadı. Çünkü bu uyuşturucuların satışı 1920’li yıllarda yasaldı. 1920 ve 1930 yılları arasında İsviçre’nin en önemli eroin ihracatçısı olan Roche, uyuşturucuyu kontrol altına almak için uluslararası anlaşmalara bağlı kalan Almanları devirdi.

Daha sonraki süreçte vitamin satışları gündeme geldi. Vitamin satışı, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki dönemde Roche’un yeni dayanağı oldu.

Basel merkezli şirket, Valium gibi psikolojik ilaçlarla benzeri görülmemiş bir büyüme de yaşadı.

1990’a gelindiğinde ise şirket, ABD’li biyoteknoloji firması Genentech’in çoğunluğunu devralarak, kanser ilacı işine girdi ve bugüne kadar devam eden egemenliğinin temelini atmış da oldu.

Gelinen aşamada Roche, kâr hakkı olan 16 aile hissedarına her yıl 700 milyon frankın üzerinde para dağıtan dev bir firma haline geldi.

Roche’un karanlık yüzü

Ancak Roche’un skandalları da vardı. Bunlardan biri 10 Temmuz 1976 yılında yaşanan “Seveso felaketi“ idi. Roche‘un Kuzey İtalya’daki bir yan kuruluşundan, atmosfere iki kilo kadar yüksek derecede zehirli dioksin salındı. Bu zehirli madde nedeniyle 187 çocuğun yüzü tahrip olurken yüzlerce kişi de hastanelere gitmek zorunda kaldı. Roche o zamanlar durumu örtbas etmeye ve inkâr etmeye yönelik çaba içerisine girmiş ancak bunda başarılı olamamıştı.

1990’ların sonunda, Roche’un yıllardır rakipleriyle vitamin fiyatları için pazarlık yaptığı da ortaya çıktı. Bu yüzden Avrupa Ekonomik Topluluğu‘na toplamda üç milyar frank ceza ödemek zorunda kaldı.

Kobay olarak kullanılan hastalar*

Duvarlar yıkılmadan önce hem DDR (Doğu Almanya) hem de Batı ülkeleri için son derece kârlı bir ticari anlaşma yapılmıştı. DDR‘in çok kötü giden ülke ekonomisine Batı ülkelerinden döviz akıtacak olan bu anlaşmaya göre; zengin Batı Avrupa ülkelerinin ilaç firmaları, Doğu Almanya kliniklerinde yatan hastalar üzerinde yeni ilaçlarını test edeceklerdi.

İnsan hayatını hiçe sayan bu anlaşmadan, İsviçreli iIaç firmaları çok büyük yararlar sağladı.

Zengin batı ülkeleri için çok az bir paraya yapılan bu anlaşmalara göre, ilaç firmaları testlerin sonuçlarından hiçbir şekilde sorumlu olmayacaklardı.

İsviçre tıp tarihi için utanç verici bir sayfa

Hastalar, tansiyon düşürücü bir ilaç olan Spirapril’in klinik araştırmalarında, hiçbir şeyden habersiz kullanılmışlardı. Testler için talimatlar ise İsviçre’den geliyordu.

O zamanlar DDR’de haplarını test eden İsviçreli ilaç firmaları Sandoz ve Ciba-Geigy, bugün Novartis adı altında birleşerek dünyanın ikinci büyük ilaç şirketi oldular. Bunların dışında Roche, Serono, Syntex, Essex gibi ünlü ecza şirketlerini de sayabiliriz.

Bu batılı ecza devlerinin hepsi ilaçlarını DDR’de test ettiler; tansiyon ilaçları, kalp ilaçları, depresyon ilaçları, astım ilaçları, alerji ilaçları, kanserle savaş ilaçları… ve daha niceleri, sağlık kurumlarından satış izni çıkarılmak amacıyla DDR‘li hastalar üzerinde denendiler.

Test edilen ilaçların bazıları hiçbir zaman sürüm izni alamadı. Bunun sebepleri ise bilinmiyor ve araştırmalar kamuoyuna da duyurulmadı. Tansiyon düşürücü Spirapril 1994 yılında İsviçre’de piyasa izni alabildi ve dört yıl sonra da satışı yasaklanarak piyasadan toplatıldı.

Günther Wichert’in test koordinelerini yaptığı anti-depresivler, Brofaromin ve Levoprotilin DDR’de asla sürüm izni alamadı. Ayrıca Batı’da da bu ilaçlara bağlı olarak ölümler oldu.

Bugün Roche ile Novartis bu konu hakkında hala konuşmak istemiyor.

60’lı yıllarda başladı

Doğu Alman halkı, hükümetleri tarafından döviz karşılığı satılarak, batılılar için hap yutmaya 60’lı yıllarda başladı. Roche 1974 yılında ilk testlerini, hiçbir şeyden haberi olmayan ağır hastalara Madopar yutturarak başladı. Sandoz ise 1975’de Calcitonin ile geldi DDR’e.

Dokümanlarda Cyba-Geigy adına 1977 yılında rastlıyoruz. İlaç şirketlerinin DDR’e gelmesinin nedeni, batı ülkelerinde testlerin çok pahalı ve kuralların çok sert olmasından kaynaklanıyordu.

Vatandaş satışlarında dönüm noktası; 23 Ağustos 1983

Vatandaşların ticarileştirilmesi DDR için çok kârlı bir işti. Batının sağlam dövizi devlet kasalarına akıyordu. 23 Ağustos 1983’de Sağlık Bakanı Yardımcısı “Yoldaş“ Ulrich Schneidewind; “Ödüllü Klinik Araştırma-Muayene Siparişleri Uygulama Kuralları“ başlığı altındaki bir protokolün altına imza attı. Bu şekilde araştırmaların sayısının resmi olarak artırılması amaçlanmıştı.

Böylece Büyük Britanya, Fransa hatta ABD gibi ülkelerden devlet kasalarına döviz akmaya başladı. DDR’in batıya resmi „vatandaş ihracatı“ 1983’den 1990 sonlarına, duvarların yıkılıp DDR’in çöküşüne kadar sürdü.

Kaç Doğu Alman vatandaşına batılı komşuları için hap yutturulduğunu bilmek mümkün değil. Ancak arşiv dokümanlarına göre: 180 çeşit ilaç, 150’nin üzerinde hastane ve klinikte, hastalar üzerinde test edildi. Bu ürünlerin en az 30 tanesi İsviçre’ye ait.

O dönem kliniklerde yatan binlerce hastanın çoğu, bu denemelerle ilgili hiçbir şey bilmiyorlardı ya da çok az şey biliyorlardı.

Paraların çoğu devlet kasasına akıyordu…

DDR’in insan eti üzerinden ne kadar para kazandığı bilinmiyor. Ancak 1983‘den 1988 yılına kadar yapılan bir bilançoda “Valutamark / Yabancı Para Piyasası“ adı altındaki hesapta 6,78 milyon dolar para girişi olduğu belirtilmiş. Paranın büyük kısmı devlet kasalarına girerken, deney klinikleri ile hastanelere ise hiçbir şey verilmiyordu.

DDR’in çökmesinden sonra Pharma Endüstrisi, test kliniklerini gelişmekte olan ülkelere taşıdı.

*Bu bölüm, köşe yazarlarımızdan Gülter Locher’ın  2013 yılında kaleme aldığı bir araştırmadan derlenerek hazırlanmıştır.

Derleyen: Aydın Yıldırım

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı