Ayhan Demirden

Ayın filmleri: Snowden ve Meine Zeit mit Cezanne

Ayhan Demirden-www.haberpodium.ch,derya ozgul, www.haberpodium.ch,isvicre'de is kurma, isvicre'de evlenme, Isvicre'e oturum hakki, isvicre'de iltica, isvicre egitim sistemi, www.haberpodium.ch. İsviçre gündemi, haberpodium, isvicre vatandasligi, isvicre haberleri, isvicre gezi rehberi, isvicre'de nereler gezilir, isvicre'de corona virus

Ayhan Demirden

Sinema Eleştirmeni

a.demirden@gmx.de

 

 

 

  Snowden

Oliver Stone biyografi filmleri ile her zaman ses getirmiş bir yönetmen. JFK hala aklımızda. Sadece  tarihsel kişilikler değil, tarihin bir noktasında artık dönemeç olan olaylar da rejisörün radarında. Bu kez Edward Snowden’ın radara takılması tesadüf değil yani. Bu birkaç anlamda önemli: Öncelikle Snowden’ın sızdırdığı bilgilerden sonra herkesin tahmin ettiği ama ispatlayamadığı bir tez böylece inkar edilemez bir şekilde açığa çıktı. Amerika bütün dünyayı gözetliyor, hatta dost hükümetleri bile gözlem altında bulunduruyor, toplanan bilgileri arşivliyordu. Bu bilgi açığa çıktıktan sonra insanların buna karşı bir savunma geliştirmesi, ama bunun Amerika’nın çıkarlarını zedeleyebileceği dolayısıyla Amerika’nın bunu cezalandıracağı bekleniyordu.

Film, belgesel filmci Laura Poitras (Melissa Leo) ve gazeteci Gleen Greenwald (Zachary Quinto) ile Snowden’ın (Joseph Gordon-Lewitt) bir hotelde buluşması ile açılıyor. Laura Poitras gerçekte de Snowden’nın sızdırdığı bilgileri filme çekmiş (Citizen Four) ve bu filmle 2015 yılında en iyi dokümanter film dalında Oscar kazanmıştı.

Tedirgin bir halde bekleyen diğer gazeteci, bilgileri haber merkezine geçmeden yakalanabileceklerini, koridordan gelen gürültünün artık bu işin sonu olduğuna dair beklentisi gerçekleşmeyince, olayların nasıl başladığına doğru bir geriye dönüş başlar. Bu arada Melissa Leo’nun rolüyle parladığını, Quinto’nun sönük kaldığını belirtelim.

Snowden yurtsever bir gençtir. Ülkesini savunmak için gönüllü olarak askere yazılır. Ama askeri eğitim beklediğinden de serttir ve eğitim sırasında iki bacağı da kırılınca dünyası alt üst olur. Onu ancak askeri yetkililerden biri teskin eder; “Vatana hizmet etmenin çeşitli yolları vardır der” o kişi. Böylece Snowden’ın Haber alma örgütlerindeki hızlı kariyeri başlar. Ne kadar vatansever, muhafazakar olsa da -kız arkadaşı daha liberal görüşlere sahiptir- zamanla hiç kimsenin haberi olmadan herkesin bilgilerinin toplanması yavaş yavaş onu da rahatsız etmeye başlar. Hepimizin bildiği gibi en sonunda bilgileri sızdırmayı başarır ve ülkesini terk etmek zorunda kalır.

Gordon Lewitt, rolünü gözünün kırpışına kadar öyle dahiyane oynuyor ki, filmin sonunda Snowden’ın gerçek görüntülerini gördüğümüzde ne kadar büyük bir oyuncuyla karşılaştığımızı anlıyoruz.

Yönetmen Oliver Stone bir taraftan dar açılı objektif kullanarak bizi tehlikenin daraltan ruhunun tanığı yaparken, diğer taraftan da, sanki web cam ile çekilmiş bir film izlenimi vererek, estetik olarak konusuna yaklaşmaya, konusunun formunu bulmaya çalışıyor. Kuşbakışı çekimlerde de sanki görüntüler bir drohne (İnsansız Hava Aracı) tarafından alınmış gibi bir izlenim yaratılmaya çalışılıyor. Bu form arayışı Natural Born Killers (Katil Doğanlar) filmindeki gibi tam olarak başarılı değil. Biliyorsunuz bu filmde bir kanalın zaplanması gibi bir formu kullanan Stone, tema ve form üzerine düşünen bir rejisör olduğunu ispat etmişti.

İnsan Hakları Örgütleri Obama’ya çağrı yaparak Snowden’dan aslında özür dilenmesi gerektiğini, çünkü Snowden’ın bütün insanlığa hizmet ettiğini ifade edip bir kampanya başlatmışlardı. Rejisör Oliver Stone böyle bir kampanyanın muhakkak ki destekçilerinden biri. Çağımızın tanığı olmak istiyorsanız bu filmi izlemenizi öneririm.

 

Meine Zeit mit Cezanne

Empresyonist ressam Cezanne ve Ünlü romancı Emil Zola daha okul yaşlarından beri tanışmaktadırlar. Arkadaşlıklarının sonsuza kadar süreceğine söz verirler. Zola fakir bir aileden gelmektedir. Uzun uğraşlar sonucu başarılı olmuş bir romancıdır. Başta herkese karşı empresyonistleri savunur, ancak giderek hayatın zorlukları karşısında daha genel kabul edilen fikirler etrafında dolaşmaya başlar. Bir romanında kahramanlarından biri, dahi bir ressam olunca ve bu dahi ressamın kendi beklentilerinin yüksekliği ile yarattıkları arasında çelişkiler dolayısıyla başarısız olmasını konu alınca, bu durum Cezanne’nin gözünden kaçmaz ve ilişkileri kopar.

Yönetmen Daniele Thompson iki sanatçının biyografisini çizmeye çalıştığı bu eserinde doymuş renkleri kullanarak bir şekilde estetik düzeyde empresyonistlere yaklaşma çabasına girerken, yani daha çok form üzerinde yoğunlaşırken maalesef dramatik yapıyı yeterince gözetmiyor. Çok bilinen bir tanışma sahnesi ile-okulda kavga eden gençler ve birbirlerini koruyan kahramanlar- inandırıcı olamıyor. Ama hepimizi etkileyen sahnelerde yok değil tabi. Özellikle Cezanne’nin kalabalıktan sıyrılarak merdivenlerde oturduğu ve Zola’nın gelip genel başarı gösterilerinin zavallılığı hakkında konuştukları bölüm gibi.

Yağlı boyaların resim dünyasını nasıl değiştirdiğini, Dreyfus davasının diğer önemli yazar ve ressamlarını maalesef sadece anıştırarak geçen Thompson, harika bir dönemin sunduğu olanaklardan bizleri mahrum bırakıyor. Genel olarak belki uzun bir versiyondan, bir diziden film yaratılmış gibi duran, yapısıyla kimi güzel dokunuşlara rağmen, eksiklik duygusuyla sinemayı terk etmemize yol açıyor bu film.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı