Hasan Sever ile Çocukluğun Gölgesi üzerine
Uzun yıllardır İsviçre'nin Zürich kentinde yaşayan Yazar Hasan Sever’in son kitabı “Çocukluğun Gölgesi: Poyraz – Bozkış“ Ayrıntı Yayınları’ndan çıktı. Üç ciltten oluşan bu roman çalışmasını önümüzdeki aylarda; “Ayaz – Çığ“ başlıklı ikinci, “Mavi“ başlıklı üçüncü cilt takip edecek.
Hasan Sever daha önce “Birazcık Halil“ ve “Su Duydum“ isimli romanlara da imza atmıştı. Su Duydum kitabı 2021 yılında Almanca’ya da çevrildi.
Hasan Sever “Çocukluğun Gölgesi“ isimli çalışmasında adeta bir coğrafyanın özünü damıtıp sunuyor okuyucusuna. Kitap, Elbistan-Malatya bozkırının Nurhaklar duldasına yerleşmiş olan 12 Alxas köyünde yaşanmış olan aşkları, ilişkileri, özlemleri, kaygıları ve hayata tutunma çabalarını anlatıyor.
Yöresel dokuyu derinlemesine işleyen yazar, anlatı şekli ve imgeleri ile evrenseli yakalarken, masallarla ve destanlarla da harmanladığı bu çalışmasını daha etkili kılıyor.
12 Eylül askeri darbesi arifesinde, Elbistan-Malatya bozkırında geçen sosyal ve doğasal ilişkilere de değinilen kitapta, bozkır insanlarının kültürel, inançsal ve politik birikimleri ile insanların kendi çabalarıyla hayata tutunma mücadeleleri ele alınıyor.
Anlatıcının yolunu gözleyenlerin, o geldiğinde yaşadıkları heyecan ve sevinç duygusu okuyucusunu da sarıyor; elektriğin olmadığı, sözün ve anlatının kıymetli olduğu zamanlar… Bozkırda diyar diyar dolaşan Kızılbaş bir derviş akşamları gaz lambası ışığında çocuklara hikâyeler anlatırken, adeta okuyucusunu da büyüleyip hikâyelerin içine çekiyor.
HaberPodium olarak Yazar Hasan Sever ile son eseri ve bu eserin ortaya çıkış süreci üzerine bir söyleşi yaptık;
Sevgili Hasan öncelikle kalemine sağlık. Oldukça güzel bir çalışmaya imza attın. İlk olarak sana bu eserin ortaya çıkış sürecini soralım. Arka planda sosyal, siyasal, kültürel, inançsal, özellikle de doğasal ve coğrafik açıdan oldukça derin bilgiler – ifadeler yer alıyor. İfadelerini özenle, nakış nakış işliyorsun. Bu ifadeleri derinlemesine okuyucu da hissedebiliyor. Kitabı yazım sürecinde nasıl bir derinlik sürecinden geçtin? Nasıl bu kadar derinleşebildin? Sana ilham veren şey neydi?
Teşekkür ediyorum. Zor soruyla başladık … Olsun, zorluk iyidir. Çocukluğun Gölgesi de zorlu bir altı yılın ürünü, üstüne iki yıllık ince işçilik (editoryal çalışmalar) de eklendiğinde toplam sekiz yılın sonunda okurun karşısına çıkabildi. Altı yıl boyunca aynı performansı gösterip aynı duyguyu hikayeye hakim kılmak biraz yordu beni. Fakat belki de bütün bu cümleleri tek bir kelimeyle ifade etmeliyim: Tutku! Tutku olmayınca hiçbir şey ortaya çıkmıyor.
İlk iki tabletin yazımında Muzaffer Ramazanoğlu’nun Gılgamış Destanı tercümesi çok yardımcı oldu. Yine roman boyunca memleketten bilhassa mekan olarak kullandığım yerlerden sevgili Kalender’in gönderdiği fotoğraflar formda kalmamda oldukça yardımcı oldular. Fiziksel olarak yoruldum ama hikayenin üretilip roman formatına sokulması çok da zorlamadı beni. Sanki bir yerlerimde hazırdaydı da sadece onu oradan alıp klavyeye aktarmam gerekti.
Derinleşmeye gelince… Teşekkür ederim. Bunu ancak okur söyleyebilir. Romanla bütünleşmem zaman zaman kurmaca ile gerçek hayatı karıştırmama sebep olmadı değil. Sık sık mevsimleri şaşırdım desem yeridir.
Bölgeyi ve bölgedeki insanları ne kadar tanıyorsun? Anlatımına kendi yaşadıklarını-gördüklerini de dahil ettiğini söyleyebilir miyiz? Çocukluğun Gölgesi’nde ne kadar Hasan Sever var?
Annem iyi bir hikaye anlatıcısı. Kendisiyle Çocukluğun Gölgesi’ne malzeme olacak onlarca saatlik arşiv kaydı yaptım. Annemin gözlemleri, benim üstüne koyduğum yorumum neticede edebiyatın roman formatında vücut buldu.
Romanda Hasan Sever var mı? sorusuna gelince… Sanırım var. Anna Karenina’da Tolstoy olduktan sonra Çocukluğun Gölgesi’nde Hasan Sever neden olmasın 🙂 Fakat bence bu edebiyat açısından nötr bir durum; yani eseri ne pozitif ne de negatif etkiler.
Uzun yıllardır Zürich’te yaşıyorsun. 3 bin 300 km uzakta olup da böylesi bir çalışmaya imza atmanın sırrı ne?
Sır tam da o uzaklık işte. Doğduğum topraklara, bozkıra karşı her daim bir yakınlığım oldu. Bir bozkır fotoğrafına saatlerce bakabilirim. Çocukluğun Gölgesi’ni yazarken ama elimin altında Google Earth her daim vardı. Romanın bir de haritası var. Belki bir gün paylaşırım.
Kitaba başlarken bir an tüm karakterlerin isminin “Hasan” olacağını düşünmüştüm. ☺ Ancak roman ilerledikçe isimler çeşitleniyor. Kitapta bu kadar çok “Hasan” olması neden?
Poyraz’daki bütün erkek karakterlerin “resmi” adı Hasan. Öyle denk geldi. Tam sebebini ben de bilmiyorum. Belki bir gün niye böyle yaptığımı bulurum 🙂
Karakterlerin o kadar erdemli ve bilgi dolu ki, bu durum onların yaşam tarzını da şekillendiriyor. Birbirlerine olan hürmetleri, sevecenlikleri, destekleri bu doğrultuda şekilleniyor. Kafandaki ütopik bir sosyal doku mu bu? Gerçeklikte var mı(ydı) yoksa?
Sıradan bir fotoğraf çektirirken bile gayri ihtiyari kendimize çeki düzen veririz, üst başımızı düzeltmeye gayret ederiz değil mi? En sıradan karakteri yazarken bile -ki sıradan karakter yoktur- onun en kitabi hali çıkar karşımıza; saklıda gizlide kalan yanı; henüz gün yüzüne çıkarmaya kıyamadığı cümleleri çıkar karşımıza. Zaten öyle karakter olurlar. Günlük hallerimizin vatana millete bir faydası yok bence. 🙂
Yüzbaşı isimli bir Kızılbaş derviş üzerinde insan ve doğa ilişkilerine, Halto üzerinden de insan ve hayvan ilişkilerine değiniyorsun. Sonra da bu ikisinin yolunu kesiştiriyorsun. Özellikle de Yüzbaşı’nın yaşam tarzında insanın da doğanın bir parçası olduğu, bir kuş, tilki ya da bir tavşanın yaşam kaygılarının aynısını taşıdığını yansıtıyorsun. Böylesi bir yansımanın oluşmasının, coğrafi ve doğal koşulların sertliği ile ilgili olduğu söylenebilir mi?
Bence söylenebilir. İnsan coğrafyasının ürünüdür. Bir coğrafyada var olabilmiş ahlat ağacı, alıç ağacı, kırmızı tüylü bir tilki ve kenger bitkisi neyse, o coğrafyanın insanı da odur. Sonuçta baharda toprağa nasıl su yürüyorsa bizim bedenimize de kan yürüyor.
Öte yandan, Yüzbaşı ve Halto’yu daha çok göreceğiz. Her biri ayrı bir dönemin hatta çağın temsilcisi. Yaratırken heyecan duyduğum iki karakter. Evet, tüm karakterlerim doğayla iç içe. İkinci ve üçüncü ciltte karakterlerin sadece insanlardan ibaret olmadıklarını da göreceğiz.
Yüzbaşı, Halto, Mam Hasan, Kevro, Mande, Şerfe gibi oldukça orjinal karakterlere de can veriyorsun. Bu karakterlerin kullandığı dil ve söylemlerde de belirgin olan özgünlükler göze çarpıyor. Bu karakterilerin özellikleri adeta eserin ruhunu oluşturuyor. Bu karakterleri oluşturma sürecinden de bahsedebilir misin biraz?
O bölgeyi bilen insanlara bazı karakterler tanıdık gelecek ama neticede hepsi kurmaca. Yüzbaşı ve Halto hareket halindeler; yoldalar. Bu yolculuk romanı ortaya çıkarıyor. Bir çeşit kurmacanın bahanesi durumundalar, yani onlar yağ çubukları. Halto da Yüzbaşı da ve ismini sayamayacağım diğer karakter de hikaye içinde kendi kendini ürettiler. İşin aslı şu ki, ne Halto benim başlangıçta tasarladığım Halto olarak kaldı ne Yüzbaşı düşündüğüm gibi oldu. İyi mi kötü mü bilmiyorum; bir yanıyla kurmacanın “gücü”, bir yanıyla yazarın “acemiliği”; kimin nereden bakıp nasıl yorumlayacağına bağlı.
Yüzbaşı üzerinden bölgenin inançsal özelliklerine de değiniyorsun. Ancak bölgeye dair insançsal anlatılar yetersiz kalıyor gibi. Örneğin Dede rolü üstlenen Yüzbaşı uzun kış akşamlarında çocuklara Alevi-Kızılbaş cönkleri yerine Gılgamış destanını anlatıyor. İnançsal vurguları sadece Seyyid Nesimi’nin ya da Hatayi’nin kısa dizelerinde görebiliyoruz. Çıkacak olan diğer kitaplarında bu inançsa dokuyu okuyucularına daha da fazla hissettirecek misin?
Teknik olarak bu soruya çok detaylı bir yanıt verebilirim ama sanırım okur açısından çok da gerekli olmaz. Fakat bir gün romanın arka planını yazmak, araştırmak isteyen olursa pek tabii bu soruya bir yanıt arayacaktır. Yüzbaşı, yerleşik “dede” kurumunun dışında biri ama o kurumdan da saygı gören bir konumda. Bu onun dedesine, Büyük Yüzbaşı’ya kadar uzanan bir hikaye. Belki bir gün Büyük Yüzbaşı’yı yazarsam bu durum çok daha net ortaya çıkar. Fakat tekrarlamış olalım, bu karakterlerin hepsi kurmaca karakterler. Romanda editoryal çalışma esnasında toplamda yüz, yüz yirmi sayfa civarında bir yekün çıkarıldı. O bölümlerde yöreye, töreye ve bölgesel inanca dair çokça detay vardı. Bunların okuru yoracağını düşündük. Ayrıca roman için yazdığım deyiş ve manilerin çok az bölümünü kullandık. Belki birgün bütün bunları “Writer Cut” olarak paylaşırım.
İlk cilt 12 Eylül askeri darbe arifesini anlatıyor. Sanki okuyucuyu daha kötü olaylara hazırlar gibisin. İkinci ve üçüncü ciltleri sabırsızlıkla bekleyen okuyucuların için çıkacak olan kitaplara dair ipuçları verebilir misin?
Şöyle özetleyeyim: Roman toplam bin iki yüz sayfa civarında ve altı aylık bir zaman dilimi anlatılıyor. Son cilt okunduktan sonra okurun karşısında bol nakışlı bir halı dursun istiyorum. İşte o halı, Bereketli Hilal’in kuzey batısından, Gılgamış Destanı’ndan bu yana dola gelen yazılı edebiyat deryasına damlayan bir katre olacak…Dileğim, arzum, amacım bu.
Sevgili Hasan söyleşi için teşekkürler. Çıktığın bu edebi yolda okurun bol, menzilin uzun olsun.
Ben teşekkür ederim.
Aydın Yıldırım / Zürich