Güneydoğu Anadolu’dan esen rüzgar
Bu sene nihayet ülkemizin güneydoğusunu görme fırsatımız oldu. Doğa ve mimari harikalarının yanında bizi en çok etkileyen insanların sıcaklığı, misafirperverliği, samimiyeti oldu.
Dr. med. Yasemin Schreiber-Pekin
Kadın Doǧum Uzmanı, Psikoterapist
Bu sene nihayet ülkemizin güneydoğusunu görme fırsatımız oldu. Doğa ve mimari harikalarının yanında bizi en çok etkileyen insanların sıcaklığı, misafirperverliği, samimiyeti oldu. Yemekleri de ayrı bir konu. Kolay mı? Mutfağı UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girmiş şehirleri geziyorsunuz. Tek yapabileceğiniz şey teslim olup, eve döndükten sonra sıkı bir diyet yapmak.
Ali Nazik, simit kebabı, patlıcan kebabı, küşleme, baklava, katmer…
Gaziantepʼte başladık tura. Kaldığımız otel, 1755 yılında inşa edilmiş Osmanlı tarzı bir taş konak. Odalar avlu çevresinde. Bizim oda bir mağaraydı, avludan doğru iki basamakla iniliyor girişine. Dışarda 40 derece üstü sıcaklık yaşanırken doğal serinlik lüksüne sahip. Gaziantepʼde bir çok evin altında mağaralar ve yeraltı tünelleri bulunuyor. Kurtuluş Savaşı sırasında revir, cephanelik, sığınak olarak kullanılmış buralar.
Bakırcılar Çarşısıʼnda bakırcılık sanatını işleyen ustaları, yumuşacık deriden yemeni yapan terlikçileri iş başında görebiliyorsunuz. Bakır sahanlar, cezveler, tepsilerin yanısıra çeşit çeşit fıstıklar, ipe dizili kurutulmuş sebzeler, baharatlar göz ve damak zevkinize hitap ediyor. Bu arada „kaliteli sülük bulunur“ veya fıstığın üstündeki „rahmetli çok severdi“ levhalarına bakarak eğleniyorsunuz.
Menengiç kahvesiyle ilk tanışmamız, tarihi Tahmis Kahvesiʼnde oldu. 1635 yılında Mevlevihane Tekkesi’ne gelir getirmesi amacı ile kurulmuş kahvehane. Menengiç, fıstık ailesinden bir ağaç. Menengiç çekirdekleri öğütülerek yapılan kahvenin tadı ipek gibi, yumuşacık. Yanında tabi baklava iyi gidiyor. Gaziantep baklava kültürünü o denli ilerletmiş ki, müzesi bile var baklavanın. Millet Hanʼda gezebilirsiniz.
Daha çok ziyaret edilecek yerler. Gümrük Hanʼda içilen çift renkli dibek kahvesi, Gaziantepʼin direniş destanını sergileyen Şahinbey Milli Mücadele Müzesi, Hamam Müzesi sadece bir kaçı. En güzel müzelerden biri de Zeugma Mozaik Müzesi.
Zeugma Mozaik Müzesiʼnde Çingene Kızı
M.Ö. 300 yılında Büyük İskenderʼin generallerinden Selevkos, Fırat nehrinin karşılıklı iki yakasına, biri kendisi, diğeri karısı adına iki şehir kurmuş, aralarını da köprüyle birleştirmiş. Roma İmparatorluğu zamanında kentin adı köprü anlamına gelen Zeugma olmuş. Fırat nehri Erzurumʼdan Basra körfezine kadar toprakları ikiye böldüğünden, İpek Yoluʼndaki kervanlar bu köprüden geçmek zorundaymış. Bu nedenle kent çok kalkınmış. Varlıklı şehir sakinleri, nehir yakasındaki villalarını mozaik duvarlar, zeminlerle süslemişler. Zamanla, savaşlar ve depremler sonucu terk edilmiş şehir. Antika kaçakçıları mozaikleri parça parça satmışlar. 2000 yılında Birecik Barajı açılıp binlerce yıllık eserler sular altına gömülmeden önce acil kurtarma kazıları yapılmış. Son anda kurtarılabilen mozaikler bugün Zeugma Mozaik Müzesiʼnde sergileniyor. Eserlerin incisi, büyüleyici bakışlarıyla Çingene Kızı. Nereye giderseniz gidin, gözleriyle sizi izliyor. Kulağındaki halka küpesi ve dağınık saçları nedeniyle adı böyle kalmış, ama Yer tanrıçası Gaya veya Büyük İskender olabileceği tartışılıyor.
Okulun üstünden geçen tekne
Rumkaleʼde tekneye bindik. Fırat, en alımlı haliyle, mavi, sakin akıyor burada. Doğa yemyeşil. İnce bir yarımadaya, sarp duvarlarının alt kısmı kaya, üst kısımları taştan örülmüş, muhteşem bir kale kurulmuş. Çay molasından sonra, suyun üzerinde kalan minaresi ile üne kavuşmuş, Halfeti’nin Savaşan Köyüʼnün önünden geçtik. Kaptan, suyun altında hayalet gibi görünen şekillere işaret etti. İlkokulun çatısıymış. Köyü yukarılara taşımışlar. Bağlar, bahçeler, evler, okullar, binlerce yıllık antik eserler sular altında gömülmüş.
Nemrut Dağıʼnda gün doğumu
Nemrut Dağıʼnı en etkileyici haliyle görmek için gün doğumundan önce kalkıyorsunuz. Alaca karanlıkta zirveye giden basamakları tırmanırken buz gibi bir rüzgar kulaklarınızda uğulduyor. Ve güneşin ilk ışıklarıyla birlikte devasa heykellerin karşısında buluyorsunuz kendinizi. Bereket tanrıçası Kommagene, saçlarında narlar ve asma yapraklarıyla selamlıyor sizi. Yanında Kartal, Aslan, Antiochus, Zeus, Apollon ve Herakles. Kommagene Kralı I. Antiochus yaptırmış dağın tepesindeki anıt mezarı. Güçlü komşuların arasına sıkışmış ufacık krallığında değişik inançlı insanlar yaşıyormuş. Antiochus, ayakta kalmanın yolunu, her inancı, dili, kültürü kucaklamakta görmüş. Nemrut Dağı’ndaki tapınak hem Pers, hem de Yunan kültüründeki tanrı heykellerine yer veriyor.
Sahipsiz kalmış insanlar şehri Malatya
Malatyaʼda arabayı bir park yerine bıraktık, Şire Pazarıʼnı arıyoruz. Hani şu, kayısı, dut, pekmez, pestilin sergilendiği, Malatyaʼnın kalbinin attığı yer. Pazarın yerinde birkaç konteyner gördük sadece. Geri dönüp otoparktaki gençlere sorduk. „Yıkıldı depremde Şire Pazarı“, dediler. „Kültür evi, müzeler, konaklar?“ „Kapalı, hasar görmüş, yıkık. 6 Şubat 23ʼde gitti hepsi.“ Çay demlemişler, bizi de davet ettiler. Sohbet sırasında, „Malatya sahipsiz kaldı“, dedi gençler bezgince. Gördük daha sonra gözün alabildiğince uzanan konteynerleri. Birinin üstünde „Avukat“ yazıyordu. Depremden birbuçuk yıl sonra kalıcı oturum haline gelmiş konteynerler, çadırlar.
Kurumuş bir çiçek buldum mektupların arasında… Kültür Eviʼde bir akşam
„Diyarbakırʼa bir giden ağlar, bir de Diyarbakırʼdan dönen“ diyorlar. Gidenin neden ağladığını bilemem ama, dönen, insanlarının sıcaklığını başka yerde bulamam diye ağlıyordur.
Diyarbakırʼın görüntüsüne volkanik siyah bazalt taşı hakim. Surları dünyanın en eskilerinden biri. Güneş, yıldız, burç sembolleri, hayvan kabartmalarıyla süslü sur duvarları. İnsanları can. Bir akşam Kültür Eviʼnde hurmalı, bademli dibek kahvesi içip Barış Mançoʼdan parçalar dinleyerek çok keyifli bir zaman geçirdik. 1527ʼde inşa edilmiş, 800 deveyi barındıran yüksek ahırlarıyla Deliller Hanıʼnı, Ulu Camiʼyi, Süryani, Keldani, Ermeni Kiliselerini gezdik. Hasan Paşa Hanıʼnda masalara sığmayan serpme kahvaltıyı, Sülüklü Hanʼda Süryani şarabını tattık. Çok kültürlü, dinli, dilli olmak eşi bulunmaz zengin bir miras. Kırılgan da bir o kadar, özen istiyor.
Medeniyetin beşiği ve emekliye ayrılan eşekler
Mardin bir tarih yolculuğu. Şehir duvarlarından aşağıya doğru baktığınızda, altın sarısı başaklarıyla sonsuz Mezopotamya ovası karşınızda. Fırat ve Dicle arasındaki verimli hilal, yazının, astronominin geliştiği, efsanelerin doğduğu, medeni hukukun temeli olan Hammurabi kanunlarının yazıldığı yer.
Şehir bir tepenin yamaçlarında kurulmuş, en yüksek yerinde Mardin kalesi bulunuyor. Sarı kalker taşından yapılmış Mardin evleri, geniş avlularıyla, dantel misali süslemeleriyle, oymalarıyla teras halinde serpiliyor tepenin eteklerine. Şehrin dik merdivenli dar sokaklarında gezerken, sırtına süpürgeler, kovalar yüklü eşeklerle karşılaşırsanız şaşmayın. Şehrin temizliğiyle görevli hayvanlar. Altı yıl çalıştıktan sonra emekliye ayrılıyorlar, Mardin belediyesi yaşadıkları müddetçe bakımlarını sağlıyor.
On gün geçiverdi böylece. Tekrar Gaziantepʼe dönüp turu tamamladık. Daha ziyaret edemediğimiz çok yer, tadamadığımız çok tat kaldı. Bir dahaki sefere bıraktık.