Mehmet Meral

Babalar ve oğullar

Mehmet Meral

Mehmet Meral

lic. phil. Psychologe FSP

Systemischer Therapeut

mehmetmeral@gmx.ch

 

 

Bu yazının konusu baba ve evlat ilişkisi üzerine…

Baba ve evlat ilişkisini masaya yatırırken, bu ilişki türünü bilinçli olarak kaleme almak istedim. Çünkü babalar ve oğullar toplumsal yaşamın içinde her ne kadar görünür bir konu gibi dursa da, bunun üzerinde çok ciddi manada konuşulmadığı ya da bilince çıkarılmadığı kanaatindeyim.

İnsanoğlunun babasını ya da evladını seçme hakkı yoktur. Değişmeyen akrabalık bağı olarak bu ilişkiler zaman zaman kendi içinde bir çatışmayı barındırırken, zaman zaman da üstüne yoğun düşünüldüğünde, bireyin gelişiminde çok önemli bir etki yaratmaktadır.

 

 

 

 

 

Babalar genellikle ataerkil tüm toplumlarda otoritenin, iktidarın ve gücün sembolü olarak tanımlanır. Özünde insani bir yanıyla yaşanılan bu ilişkiler, toplumsal yapının getirdiği bir düzenle, roller paylaşımı içindeki ilişkilerde farklı bir yapıya dönüşmektedir.

İnsanlar dünyaya geldiklerinde cinsiyetlerini de seçme şansına sahip olmadıkları için, sahip oldukları cinsin kimliğini, rolünü ve görevlerini toplumsal yapı içinde üstlenmek zorunda kalırlar.

Bu kimliği ve rolleri yeri geldiğinde toplumsal ve kültür yapı belirlerken, yeri geldiğinde de kişinin kendi bireysel donanımı da bu belirlemede etkili bir rol oynar.

Batı toplumlarının modern yaşamı ele alındığında, özellikle baba ve oğul ilişkisine ayrı bir mercek tutarsak, erkek kimliğinin toplumsal yapı içinde sıkıştırılmış ve baskı altına alındığını görebiliriz. Özellikle burada yaşanılamayan ilişkilerden bahsedebiliriz.

Erkek egemen toplumlarda erkeklerin duygularını bastırmaları için farklı uyarılar aldıklarına şahit oluyoruz: “Erkek adam ağlamaz”,”erkek adamın erkek evladı olur”, “Erkek adam karı gibi oynamaz” vs.

Bu tür önyargılı değerler dünyasında yetişen bir erkeğin kendi duygusal dünyasını geliştirmesi, ya da duygularının açığa çıkmasına vesile olacak farkındalığa sahip olabilmesi aslında hiç de kolay bir süreç değildir.

Son elli yıldır Amerikan sinemasının animasyon fililerini incelediğimizde, bu filimlerin %95’nin ana konusu, yaşanamayan baba-oğul ilişkisi üzerinedir. Kahramanlar genellikle bir erkek evlat ve babadır. Bunun böyle olması tesadüf değildir.

Kapitalist üretim ilişkilerinde yaşanılamayan duyguları bu filimler aracılığıyla beyaz perdeye yansıtan Amerikan sineması, bir yandan baba-oğul ilişkisinin eksik kalan kısmını gidermeye çalışırken, bir yandan da bu ilişkilerin toplumsal düzeyde yaşanılması koşullarının yaratılamamasından dolayı, erkeklerin bu arzu ettikleri ilişki biçimini kendi iç dünyalarında yaşamalarına ve orada bırakılmasına sebeb olmaktadır.

Özellikle de son elli yıldır giderek artan boşanma oranlarıyla beraber, evlatların çoğunlukla annelere verilmeleri ve babaların yasal mevzuat kısmında evlatlarıyla beraber mağdur edilmeleri, bu ilişkilerin yaşanılmamasına da ayrı bir katkıda bulunmaktadır.

Bunun dışında bazı babaların “firar” etmelerinden dolayı ve yaşantılarını sorumsuz ve tek başına sürdürmeleri, yaşanılması gereken baba-evlat ilişkisinide mümkün kılamamaktadır. Özellikle de ‘sorumsuz’ diye niteleyebileceğimiz bu erkekler aslında çok şeyleri kaçırmaktalar. Ama maalesef bunun farkına ya geç varmaktalar ya da hiç bir zaman bu farkındılığı yakalayamadan bu dünyadan göçüp gitmektedirler.

Özünde insana ait olan erkek kimliği kadının kimliğinden bağımsız değildir. Feminist hareketin erkek egemen anlayışa getirdiği eleştiriler doğru olsa da, bunun doğrudan ‘erkek’ olmakla alakası yoktur. Yaşanan sorun daha çok yaratılan erkek egemen sistemin kendisindedir. Kadın kimliğinin yaşadığı mağduriyete empati yapan erkekleri dahi düşmanca gören feminist anlayışa sahip kadınların geçmişinde, çok ciddi manada bir ²baba²sıkıntısı ya da ²babayla çatışma” içinde olduklarına inanıyorum.

Bana terapiye gelen nice babaların evlatları için çırpındıklarına şahit olmuşumdur. Onların da yaptıkları hataların ve yanlışların bedelini ödediklerini görüyorum. Ağlamanın zayıflık olduğunu öğretmişler, duygularını göstermenin aciziyet olduğuna inandırmışlar, en çok da annelerinden öğrenmişler bunları. Halbuki evlatlarına karşı o kadar saf o kadar masumane duygulara sahipler ki, bir türlü bunları dile getirmeyi becerememelerinden dolayı ızdırap çekmektedirler.

Sulu gözlü olmayan en sert baba dahi Çağan Irmak’ın ‘Babam ve Oğlum’ filmini izlerken gözyaşına boğulmuş ise, burada bir şeyleri sadece erkeklerin değil, toplumun yanlış yaptığını görmek zorundayız.

Bir savaş çıktığında erkekler kahramanlık türküleri söylerken, kadınlar ağıtlar yakıyor ise, burada durup düşünmek lazım. En çokta erkeklerin oturup düşünmesi lazım.

Oğulların hikayesi babalarının hikayelerinden farklı değildir, tam da hayatın ortasından geçer. Babalarımız, içinde büyüdüğümüz aile modeli içinde bizlere bir ilişki sunarlar. Sunulan ilişkiye göre kim olduğumuzu, nerede durduğumuzu, meselelere nasıl yaklaşmamız gerektiğini tayin ederler. Statüko sahibi bir babanın oğulları ilerici olabilir, büyük ilerici babaların ise, inancı olmayan ya da gerici evlatları da olabilir.

Özellikle de ergenlik çağında babanın varlığı ayrı bir anlam taşımaktadır. Bazı babalar evlatlarının ruhunda öyle derin bir yara açarlar ki, onu kendi varlığıyla o kadar ezerler ki, bu evlat bir türlü büyüyemez, erişkin yaşama adımını atamaz ve ömür boyu ergen kalırlar. Sürekli babanın onayını beklercesine yaşayan bu erkekler hayatı kıyısından yaşarlar. Babalarının içinde bıraktıkları ezikliği hayatın diğer alanlarında karşılaştıkları otoritede yaşamaya devam ederler.

Bazı babalar oğullarının hayatlarına kuvvetli bir gölge gibi düşerler ki, bu oğullar ayrışmayı ve bağımsızlaşmayı bir türlü başaramazlar. Evlat evde sevgi ve şefkatin kaynağı olarak anneyi yaşarken, babayı da emniyetin ve adaletin temsilcisi olarak görmek ister. Soğuk ve mesafeli babalar, çocuk ruhunun önemli gıdası olan şefkat ve sevgiyi oğullarından esirger ve onları hayat boyu telâfi etmekte zorlanacakları bir yokluğa mahkûm ederler.

Bazı evlatlar erişkin yaşantılarında babalarının onayını almadan karar alamazlar. Bazen de baba fiziksel olarak vardır, ama ruhen yoktur. Babasız büyümek bazılarının iç dünyalarında bitmek tükenmek bilmeyen bir gurbetlik hali yaratır.

Kimi babalar da vardır ki kendilerine sevdalıdırlar. Böyle bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelmek çileli bir hayat demektir. Bu babalar kendi bıraktıkları yarım kalmış projelerinin, düşlerinin oğulları tarafından tamamlanmasını arzu ederler. Bu babalardan bazıları hayal kırıklığına uğradıklarında onlara bir ömür boyu küs de kalabilirler.

Ancak kendi hırslarından arınmış, kendini bilmenin hallerini özümsemiş babalar, oğullarıyla farklı bir ilişki kurarlar. Onlarla daha insani bir boyutta iletişim içinde yaşayarak, onların varlıklarına saygı duyarlar. Onların yaşantıları için verdikleri önemli kararlarda her ne olursa olsun arkalarında dururlar ve bir refkatçi gibi eşlik ederler.

Sözün özü her baba evladını tanır ve bilir. Bundan dolayı onun evlatları için söyledikleri çoğunlukla doğru çıkar. Her evlat da babasını bilir ve zaman geçtikce onu ne kadar iyi tanıdığını daha da anlar.

Birbirlerini tanıyan baba ve evlat, neyin iyi ya da kötü olacağına dair birbirlerine daha fazla kulak vermelidirler.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı