Bülent Kaya

Müslüman göçmen gençlerin radikal İslam’la flörtü

Bulent Kaya

Bülent Kaya

Siyaset bilimci ve Araştırmacı

 

 

İkinci ve üçüncü kuşağı göç ortamında radikal eğilimlere yönelten faktörler nelerdir? Başka bir deyişle, Avrupa’da Müslüman genç kuşağın, çok az da olsa belli bir kesiminin IŞİD’e katılacak derecede radikalleşmesini nasıl açıklayabiliriz?

Avrupa’da  göçmenlerin kriminalite ile ilişkisi üzerine yapılan araştırmalara göre, İsveç hariç birçok göç ülkesinde, ikinci kuşağın suç işleme oranı birinci kuşağa göre daha fazla. Bu bulgu, Amerika’da göçmen gruplar üzerinde yapılan araştırmalar tarafından da teyit edilmiş. Birinci kuşak ikinci kuşağa göre yüzde 50, ikinci kuşakta üçüncü kuşağa göre yüzde 25 daha az, şiddet barındıran bir suç işleme eğilimindedir. Bu sonuçlardan hareketle, göçmen genç kuşaklarda “radikal tavır” eğiliminin güçlü olduğu şeklinde çok genel bir kanıya sahip oluna- bilinir. Ne var ki bu durumu temel bir faktör olarak ele alıp, IŞİD gibi Radikal İslami bir örgüte katılımı açıklamaya kalkmanın yetersiz olacağının altını çizerek belirtelim. Kriminaliteye bulaşmış olmak ile radikalleşme arasında nasıl bir ilişki kurulabileceği konusuna ise biraz sonra değineceğim.

Bildiğim kadarıyla özel olarak Müslüman gençlerin Radikal İslami örgütlere katılımını araştıran bilimsel çalışmalar maalesef çok az, ama İslam ve radikal örgütler üzerine çalışmalarıyla tanınan araştırmacıların, sistematik olmasa da, birtakım gözlemleri mevcut. Ozellikle de Radikal İslam’a katılma konusuyla ilgilenen sosyolog Farhad Khosrokhavar’ın gözlemleri son derece öğretici. Bu yazı, ağırlıkla onun gözlemlerinin bir sentezi üzerine kurulmuştur.

Müslüman gençlerin radikalleşmesi İslam üzerinden bir okumayla açıklanamaz

Bilim çevrelerinde, bazıları İslami metinlerin radikal okumaya elverişli olduklarını ve bu yüzden de “İslam’ın radikalleşmesi”nden söz edilebileceğini ileri sürmektedirler. Bazıları ise Müslüman ülkelerde radikal eğilimin İslam’ı kendisine bir ideoloji olarak benimsediği, bu yüzden de daha çok “radikalliğin İslamlaşması” gibi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu belirtmektedirler. Bu tartışmalar, İslam ve radikalleşme ilişkisini anlamak acısından elbette ki son derece önemlidir. Ne var ki, Avrupa’daki Müslüman gençlerin radikalleşmesini İslam üzerinden okumak, yani İslam dinini kendi içindeki radikal eğilimin varlığında aramak ve anlamak yanlıştır. Böyle bir çaba islamofobi ve arabofobinin değirmenine su taşımak isteyen popülist anlayışa hizmet etmekten başka bir şeye yaramaz.

Aktör ve eylemi eksenli sosyolojik bir açıklamaya ihtiyaç var

Terör eylemlerinin dehşetinden hareketle bu eylemleri yapanları “psikopat, manyak, barbar” olarak nitelendirip ahlaki ve insani bir duruş sergileyenleri anlamamak elbette mümkün değil. Ama bu bize, onların neden bu derece radikalleştikleri olgusunu açıklamıyor. Şiddet ve terörizm üzerine çalışmalarıyla tanınan filozof ve psikolog Pierre Mannoni«bilinenin aksine, terörizm esasta gerçekliğin değil, potansiyelin tarlasında yeşerir” der.

Islam'da radikallesme-www.haberpodium.ch

Bu tespitten yola çıkarak şu soruya cevap aramaya çalışalım: bu gençler IŞİD`e katılarak, içinde yaşadıkları göç toplumlarında sahip olamadıkları hangi potansiyellerini gerçekleştirme şansı bulabildiler?

Açık cezaevi gibi mahallerde büyümek

IŞİD`e katıldıktan sonra adlarını gerçekleştirdikleri dehşet eylemleriyle duyuran İslami radikal militanlarının kimler olduğuna bakıldığında iki ana grup oluştukları hemen göze çarpıyor. Birinci grup, toplumun dışına itilip marjinalleştirilmiş, hemen hemen hepsi bir çok suça bulaşmış ve uzun süre cezaevinde kalmış gençlerden oluşuyor. Bunlar temel eğitimlerini göç toplumunda tamamlamış, her türlü suç, esrar ve eroin trafiğinin kol gezdiği, geleceğe yönelik hiç bir perspektifin tasarlanamadığı, işsizliğin ve dışlanmışlığın bu toplumun kendilerine biçtiği kötü bir “kader” olarak algılandığı kenar varoş mahallelerinde aileleriyle  birlikte yaşıyorlardı. Toplum tarafından küçümsenme, hor görülme, önemsenmemek topluma, kurumlarına ve başkalarına karşı kin ve öfke duymalarının harcı oldu. Toplumun sadece iki kurumu bu gençlerle ciddi bir şekilde ilgileniyordu: polis ve cezaevi. Onlar için suç islemek orta sınıf refahına erişmenin ve maruz kaldıkları sosyal adaletsizliğe başkaldırmanın tek yoluydu. Cezaevi ise, yaşadıkları varoş mahallelerinin kapalısından başka bir şey değildi ama bu kendilerini toplumdan tümüyle soyutlamaları için de önemli bir kaldıraçtı.

Farhad Khosrokhavar cezaevlerinin bu rolünü, gençlerin radikalleşmesine yaptığı katkıdan çok, onların başkalarına karşı duydukları kin ve öfkelerini olgunlaştırması icin olanaklar sunmasında görmektedir. Radikal İslam bu gençlere toplumun bunlara biçtiği rolü değiştirme olanağı verdi diyor, Khosrokhavar: “Toplum tarafından yargılanmışlıktan çıkıp bizzat toplumun kendisini yargılayan bir role soyundular. Hiç bir şey olmadıklarını düşündükleri bir durumda, kendilerine öz güveni olan, kutsal adaleti gerçekleştirme idealine soyunan saygın birer bireyler olabileceklerini ve bunu da kendisini dışlayan topluma göstereceklerini düşündüler. Geçmişlerinde İslam’la uzaktan yakından pek ilişkilerinin olmamasına rağmen, cezaevlerinde salafist ideolojiyle süslenmiş cihatçı yeni kimliğin “pembe hayallerini” kendilerinin eksikliğini hissettikleri daha adaletli bir yeni dünya hayalleriyle birleştirmek, toplumda kabul görmek istediler.”

Ve sonrasını biliyoruz… Doğdukları, eğitimlerini yaptıkları, güçlü değerlerle bağlı olacaklarını düşündükleri, ama kendilerine dışlanmaktan başka bir şans tanımayan topluma nelere “muktedir ve kabiliyetli” olduklarını gösterdiler. Bizler, değil kendi toplumlarına insanlığa bile ne kadar yabancılaştıklarını düşünürken onlar, kin ve öfke duydukları toplumun adaletsizliğini temelden sorguladıklarına inanıyorlardı.

Anlam arayışı, post-feminizm, anti Mayıs-68

Radikal İslam’a katılan gençlerin hepsi suça bulaşmış, toplumun dışına itilmiş marjinal insanlardan oluşmuyor; eğitimlerinde başarılı olmuş, orta sınıf ailelerin çocukları da var. Bu grubu oluşturan cihatçı gençlerin Radikal İslam’la buluşmaları Suriye iç savaşından sonraya tekabül etmektedir.

Olgunlaşmamış bir ergenlik dönemi yaşayan bu gençlerin hepsi Müslüman aile çocukları değiller; mutsuz Hristiyanlar, dinle güçlü bağları olmayan Yahudi gençler, sonradan Budist olan ailelerin Budizm’in barışçı versiyonundan kopmak isteyen çocukları da Radikal İslam’ın yedek ordusuna katıldılar. Bu gençler arasında post feminist bir deneyim yaşamak isteyen, iyi ailelerden gelen genç kızlar/kadınlar da vardı. Bu deneyimle, bayağılaşmış ve basitleşmiş hayatlarına, çevresini şaşırtacak bir şekilde “yeni bir anlam” verebileceklerini düşünüyorlardı. Kutsal savaşta ölümü göze alacak kadar içten, samimi, açık yürekli ve gerektiğinde de kadınlık onurlarını koruyacak birer erkek sevgili aradılar, onların peşlerine takılıp gittiler. Bu ortak kutsal savaşta, seçtikleri erkeklerle samimi ve güvenli bir ilişki yaşayacaklarının hayalini kurdular.

Islam'da radikallesme-www.haberpodium.chBu orta sınıf gençleri göç toplumunun marjinal mahallerinin dışlanmış radikal cihatçılarının tersine içinden çıktıkları topluma kin ve öfke beslemiyorlardı. Göç toplumun kendilerini dışladığı veya istemediği gibi bir duyguya da sahip değillerdi. Kendilerini toplumun birer kurbanları olarak da görmüyorlardı. Ama bu toplumla yine de bir sorunları vardı: Norm ve Otorite. Bu kuşağın bir kısmı, 68 kuşağının otorite karşıtı değerlerinin ve çocuk hakları endeksli pratik ve söylemlerin egemen olduğu aile ortamlarında yetiştiler. Toplumsal ve kurumsal normların katılıklarından çok esneklik özelliklerinin öne çıkarıldığı koşullarda büyüdüler. Neyin tam serbest, neyin tam yasak olduğunun sınırlarının net olarak çizilemediği böylesi bir ortamda, “pozitif otorite” eksikliğiyle ergenlik dönemlerini geçirdiler.

İslam kural ve normları üzerinden, kendi vizyonlarını radikal bir şekilde gerçekleştirebilme olanağına kavuşacaklarını düşündüler. Radikal İslam’da, dokunulamaz ve mutlaklığı sorgulanamaz norm ve kurallara uyma ve bunlara göre yaşama duygusuna sahip olma fırsatını buldular. Kuralları zayıf, otoritesi güçsüz aile ve toplumsal ortamın özgürlükçü birey vurgusunun kolektif idealler için ölümü göze alan, bunun için gerekirse dünyaya bedel ödetme eylemine girişecek kişilikleri taçlandırmadığını çok iyi biliyorlardı. Ama Radikal İslam’a katılmakla, kutsallığına inandıkları katı kuralları çevresine ve dünyaya empoze edebilen birer kahraman aktörler olarak İslam tarihine geçeceklerini düşünüyorlardı. Khosrokhavar, cihatçı örgütlere Avrupa’dan katılan gençlerin bu duruşunu, 68 kuşağının anti-otoriter ideallerinin tam tersi, karşı bir duruş olarak okumanın hiçte yanlış olmayacağını düşünüyor.

İster birinci ister ikinci gruba ait olsun, bu cihatçı gençler kendilerini bulamadıkları, kabullenmedikleri veya kin ve nefret duydukları “eski” toplumlarının yerini alacak “yeni bir toplum“un “yeni bir insan”ı olma ütopyası peşindeydiler. Bu ütopyayı Radikal İslam’ın cihatçı örgütlerinin vaat ettiği “yeni-ümmet cenneti”nde gerçekleştireceklerine inanıyorlar(dı). Hayal kırıklıklarının derecesini tahmin etmek mümkün değil. Ama şu bir gerçek ki, Radikal İslam’la “yeni-ümmet” yaratılması uğruna girilen bu flört, bu gençlerin sadece hayallerini değil, fiziki varlıklarını da söndürdü(söndürüyor). Bu gençlerin daha fazla telef olmasını engellemek ise göç toplumuna ve onun kurumlarına, ama bir o kadar Müslüman göçmen toplulukların kendilerine ve kurumlarına düşmektedir.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı