İsviçreisviçreKültür-Sanat

Suzan Samancı

“Farklı bir ülke, dil ve kültürün zorluğunu yaşamanın yanı sıra, birçok kültürlere tanıklık etmek bana çok şey kattı elbette. Kalemimin oldukça özgürleştiğini ve kendimi özgür hissettiğimi söyleyebilirim.”

Romanları ve öyküleriyle özgün bir yer edinen, kitapları birçok dile çevrilip, antolojilerde yer alan, öykü ve romanları hakkında inceleme kitapları yazılan Suzan Samancı 10 yıldır İsviçre’nin Cenevre kentinde yaşıyor. İsviçre’de birçok edebi çalışmaya imza atan yazar Suzan Samancı ile buradaki yaşamını ve çalışmalarını konuştuk;

Doğup büyüdüğünüz kent olan Diyarbakır’dan sonra İsviçre’de yaşamak ne tür duygular uyandırıyor?

Birkaç paragrafa sığmayacak denli önemli ve zor bir soru! Yaşamımı ikiye ayırmam gerekir… 2008’e kadar Diyarbakır’da geçen yıllar ve şu an Cenevre’deki yaşamım.

İnsan yaşadığı coğrafyanın ve kentin bir yansıması olduğu gibi, yaratıcı gücü de bununla koşullanır. Ağıtlar, yasaklar ve şiddetin olduğu, insanların silik bir tablo haline dönüştüğü, ölümlerin kanıksandığı, portakal ve biber gazı kokan sokaklarda, umudun yok olduğu bir yerden buraya geldim. Bu anlamda on yıldır İsviçre’de yaşamak, farklı dillerin ve kültürlerin bir aradalığını görmek çok şey verirken, acıtıyor da. Türkiye yüz yıldır darbelerle yönetilen ve demokrasi kültürünü oluşturamamış, farklılıklarıyla bir arada yaşamayı kabullenmeyen baskıcı bir ülke! Devlet baba ve itaat kültüründe hiçleştirilmiş, mutsuz ve travmatik toplumun yasaklarla, tabularla teyakkuz haline getirilmesi içler acısı bir durum. Öyle ki çocuklar resim derslerinde, güneş, bulut ve kuş çizmekten öte, tank, silah ve yerde yatan ölü insanları çiziyor. 26 kantondan oluşan, 8,5 milyonluk İsviçre ise, dört farklı resmi dilin konuşulduğu ve her kantonun kendi anayasası ve hükümetinin, mahkemelerinin olduğu, insanlığın ve demokrasinin en güzel örneğinin yaşandığı ve aslında tüm dünyanın ortak dili ve kültürünün de merkezi olmayı başarmış bir ülke. Bu nedenle elbette iki coğrafya arasında çok fark var.

Toplumsal olarak çok zor bir coğrafyada şekillenip acılara tanıklık etsek de olanak, yaşantı ve atmosfer olarak kendimi şanslı görüyorum. Diyarbakır’da profesyonel yazı hayatımın başlamasıyla, yemek yapmaktan başka hiçbir işle uğraşmadım. Disiplinli çalışmayı severim, zaten edebiyata gerçek anlamda gönül vermişseniz, bu iyi bir yazar olmanın ilk kuralıdır. Diyarbakır’da kahvaltıdan sonra hemen odama çekilirdim, akşama kadar, kitapların sayfalarında yolculuğa çıkardım. Parka gitmeye üşenen ve apartmanın girişinde top oynayan çocuklara epeyce çıkışırdım.“Ma abla senin bu çalışmağın hiç bit mi?”diye seslenirlerdi bana. “Çocuklar!” diye seslendiğimde, kibarca çekip giderlerdi.Şimdi nasıl özlüyorum o gürültüyü; Cenevre gibi insanı çıldırtan bu sessizlikte. Tabii bu arada çekirdek aile dışında akrabalık ve arkadaşlık ilişkilerim yok denecek kadar az. Diyarbakır’daki yazma düzenim aynen devam ediyor ama.

isvicre haberleri, isvicre gündemi, isvicre'de yasam, isvicre'de calismak, isvicre'de oturum almak, www.haberpodium.ch

İsviçre’ye gelişinizden sonra nasıl bir üretim içerisine girdiniz? Burada yaşamak edebiyatınıza nasıl yansıdı?

İsviçre’ye politik nedenlerle gelmedim. Geliş nedenimi ve burada yaşadıklarımı ileride yazacağım. Farklı bir ülke, dil ve kültürün zorluğunu yaşamak, birçok kültürlere tanıklık etmek bana çok şey kattı elbette. Kalemimin oldukça özgürleştiğini ve kendimi özgür hissettiğimi söyleyebilirim. Yazmak için çok iyi bir atmosfer var burada. 2013’ten bu yana oldukça verimli çalışıyorum. Beş yılda beş kitap çıktı. “Ew jîn ‘u Merê Bi maske”öykü kitabımı ve “Koca Karınlı Kent”adlı romanımı burada yazdım.  Bir Kürtçe romanım ve öykü kitabım ise yayınlanmayı bekliyor. “Cenevre’de Sonbahar”adlı diaspora romanımı da yayınevine gönderdim ve hâlâ dili üzerinde çalışıyorum. Ayrıca Kürtçe şiir dosyam da hep elimin altında.

Burada size ilham veren şey nedir?

Edebiyat ve sanat alanı iki temel üzerinden yükselir; ya arınarak, etik, ahlak ve ilkelerinizle iç dünya yapılanır ya da hayata meydan okuyarak, kural tanımayarak her şeyi hiçe sayarak, farklılık adına ortalığı toz duman ederek, hep maceralı bir yaşama gereksinim duyarak ve dinamizm ile beslenerek. İlham denilen şey belki de bu yaşanmışlıkların molasında ya da sessizliğinden fırlayanlardır. İç dünyam ile mükemmel bir dengem var. Tüm dinlere ve oluşumlarına sanatsal açıdan bakıyor, kutsal kitapları o dönemlerin romanı olarak görüyorum. Ham ve tıkız bir bilincin ilhamı ne olabilir ki! Ruhsal teorim evcil değil, pratiğim evcil; düzenli, disiplinli bir yaşamı seviyorum ve bundan besleniyorum.

isvicre haberleri, isvicre gündemi, isvicre'de yasam, isvicre'de calismak, isvicre'de oturum almak, www.haberpodium.ch

Yazarken olmazsa olmazlarınız nelerdir?

Odam ve çalışma masamın dışında konsantre olamıyorum, otel odalarında, başka yerlerde yazamıyorum. Mutlak sessizlik ve yalnızlık olmalı. Bir de masam kalabalık olmalı hep, kitaplara ve kalemlere dokunmalıyım. Sessizliğin ötesinden süzülüp geliyor ve içime akıyor sözcükler, inci gibi zıp zıplıyor, kafamda dans ediyorlar. Sözcüklerin ritmini ve müzikalitesini bozmamalı dışarıdaki sesler, kimsecikler aramıza girmemeli. Bu nedenle illa masam ve odam…

Edebi olarak daha çok kimlerden etkilendiniz?

Edebiyata şiirle başlayıp, öyküye ve romana yönelsem de, şimdiye kadar şiirden kopmadım; iyi bir edebiyat şiir üzerinden yapılanır çünkü. Şairlerden: Cemal Süreyya, Edip Cansever, Turgut Uyar, Aragon, Cegerxûn, Şerko Bêkes etkiledi beni.Yazarlardan ise: Virginia Woolf, J.Joyce, Faulkner, Camus, Sabahattin Ali, Sevgi Soysal, Leyla Erbil, Bilge Karasu ,Oğuz Atay, Vüsat O.Bener ve tabi ki Ehmedê Xani… Ayrıca Çehov’un yarattığı öykü atmosferini ve öykülerindeki bütünlüklü dengeyi çok seviyorum, gerçekten de öyküde tüfekten söz etmişse, onu öykünün sonunda patlatıyor. “Eczacının Karısı” nasıl güzel bir öyküdür. Sait Faik’in sıradan insanlarını, öykü atmosferini, koskoca dünyaları üç beş sayfada bir roman gibi sunması, sonra ötekilere geniş bir dünyadan bakışıyla bana hep “Hişt hişt ” der. Vüsat O. Bener’in ekonomik cümlelerini inci gibi dizişi ve ironisini, Bilge Karasu’nun o muhteşem felsefik alt yapısını, damıtık cümlelerini, aklın ve duygunun harmonisi tümel öykülerini, Onat Kutlar’ın tek kitabı “İshak”ını, Gogol’un sıradan insanlarını, güçlü psikolojik yapısını, “Paltosu”nu severim.

isvicre haberleri, isvicre gündemi, isvicre'de yasam, isvicre'de calismak, isvicre'de oturum almak, www.haberpodium.ch
Türkiye’deki yaptıklarınızla burada yazdıklarınız arasında farklar var mı? Buradaki yapıtlarınıza doğu-batı sentezini yansıtabildiniz mi örneğin?

Fark olmaz olur mu? Kalemimin çok özgürleştiğini söyleyebilirim. İnsanın yaşadığı yer ve atmosfer, toplumsal koşullar insanı etkiler. Bu etkileyiş doğal ve kaçınılmaz bir etkileyiştir.  90’lı yılların o karanlık ve gri atmosferi elbette öykülerime ve romanlarıma yansıdı. Romanlar toplumun gerçek tarihidir, estetik şahididir. İlla şunu yazacağım diye bir savla masa başına oturup yazmıyorum. Bilincimizi belirleyen toplumsal koşullar olduğuna göre, toplumun her türlü devinişi insanı etkiler. Gerçeklik ve koşular yazdırır, ama nasıl yazdırır? Gerçeği yeniden artistik bir edayla kavrayarak, imge dünyasında şekillendirip estetik bir dile büründürerek yazdırır. Dostoyevski “Ismarlama sanat olmaz!” der.

Son olarak bizlere yeni kitabinizin içeriğinden kısaca bahsedebilir misiniz?

“Cenevre’de Sonbahar” adlı romanımım mekânı Cenevre elbette. Roman sabah göl kıyısına gelip gezinen entelektüel ve politik bir karakterin akşam eve dönmesiyle bitiyor. İç ses tekniği, kısmen bilinç akışıyla yazdığım romanda, şimdi de Cenevre’deki yaşam, geriye dönüşlerde ise sınır boyunda yaşanan ilçe ve Diyarbakır var. Romanın karakteri Deniz, “Doğu acıtıyor, batı üşütüyor” diyor. Yenice Yayınevi’ne gönderdim. Ne zaman çıkar bilemiyorum.

Suzan Samancı kimdir?

isvicre haberleri, isvicre gündemi, isvicre'de yasam, isvicre'de calismak, isvicre'de oturum almak, www.haberpodium.ch

1962 Diyarbakır’da doğan Suzan Samancı yazmayı temel meslek edinip, edebiyata şiir yazarak giriş yaptı. İlk şiirleri 1985-1987 yılları arasında Sanat Olayı Dergisi’nde yayımlandı. İlk öykülerini “Eriyip Gidiyor Gece” isimli kitapta bir araya getirdi. “Reçine Kokuyordu Helin” (Can Yayınları, 1993), “Kıraç Dağlar Kar Tuttu” (Can Yayınları, 1996 ve İletişim Yayınları, 2002) ve “Suskunun Gölgesinde” (İletişim Yayınları, 2001) isimli hikâye kitapları yayımlandı. „Korkunun Irmağında” adlı romanı 2004 yılında Metis yayınlarınca, “Halepçe’den Gelen Sevgili” adlı romanı Sel yayınlarınca 2009 yıllında yayımlandı. “Koca Karınlı Kent” adlı romanı “Ayrıntı “yayınları tarafından 2016’da yayımlandı. “Reçine Kokuyordu Helin” adlı eseri aynı isimle Almanca olarak İsviçre’de, Flamanca olarak Belçika’da, İsveççe, İspanyolca ve İtalyanca olarak yayımlandı.

Öykülerinden seçmeler “Rojinê ve Berçem” adıyla Fransızca olarak İsviçre’de yayınlan yazarın “Ölüm Kenti” (Bajare Mirine) adlı kitabı Avesta Yayınevi tarafından Kürtçe’ye çevrilerek yayımlandı. “Kıraç Dağlar Kar Tuttu” adlı eseri ise 1997 yılında Orhan Kemal Öykü Yarışmasında ödül aldı. Öyküleri yabancı dillerde birçok antolojilerde yer aldı. “Perili Kent” adlı öyküsü, Almanya’nın sesi radyosunun Türkçe ve Almanca olarak hazırladığı antolojide yer aldı. “İki Anne” adlı öyküsü, “Two Mothers” adıyla uluslararası PEN dergisinde yayınlandı.

1995’ten 2011 yılına dek, Demokrasi, Gündem, Özgür Politika, Taraf gazetelerinde düzenli olarak köşe yazarlığı yapan Samancı, 2015 yılında ilk kez anadili olan Kürtçe ile yazdı. “Ew Jin û Mêrê Bi Maske” adlı öykü kitabı “Avesta Yayınları” tarafından yayınlandı. “Çirokên Jinên Dil Şikestî” (Kırık Kalpli Kadınların Öyküleri) ile “Mirzayê Reben” (Zavallı Mirza” adlı Kürtçe kitapları ile “Cenevre’de Sonbahar“ isimli romanı 2019 yılı içinde yayımlanmayı bekliyor.

Türk-Kürt ve İsviçre PEN üyesi olan Suzan Samancı 2008’den bu yana Cenevre’de yaşıyor.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı