Mehmet Meral

Günümüz insanının anlam krizi

www.haberpodium.ch

Mehmet Meral

lic. phil. Psychologe FSP

Systemischer Therapeut

mehmetmeral@gmx.ch 

 

 

 

“En büyük mutluluk, mutsuzluğun kaynağını bilmektir” (Dostoyevski, 1876).

Psikiyatride önemli akımlardan bir tanesi de Varoluşçu Terapidir. Varoluşçuluk felsefi bir akım olarak özellikle 20 yy. başlarında Batı Avrupa’da etkili olmuş ve psikiyatride insanın anlam arayışına katkı sunan ve içeriksel olarak Logo Terapinin yöntemleriyle kişinin anlam vermede zorlandığı olaylara ve gelişmelere bakış açısı sunmasıyla takdir kazanarak, terapi akımları içinde hak ettiği yerini almıştır.

Özellikle kapitalizmin gelişmiş döneminde globalleşen dünyada yalnızlaşan insanın anlam krizi giderek büyüme göstermektedir.

Bu krizin atlatılmasında şüphesiz insanın sığınacağı bir kelama ya da söze ihtiyacı daha da artmıştır. Sipirütüel akımların bu dönemde bu kadar rağbet görmesi, Mevlana’nın Mesnevi eserinin USA’da bu kadar çok satanlar arasında olması tesadüf değildir. Günümüzde Astrolojinin yeniden ayrı bir önem kazanması, New Age akımlarının bu kadar revaçta olması, insanların reenkranasyon gibi içeriğini çok anlamdan bazı tarikatlara katılmaları, belki de içinde bulundukları boşluktan kurtulma çabalarının sonucudur. Ve insanların sayısı giderek de artıyor.

Özellikle Batı’da, Müslüman inancına sahip olan gençlerin dini duygulara daha çok ihtiyaç duymaları, mesela bir dönem sabahlara kadar süren çılgın partilerden, günah çıkarırcasına birden kopmaları ve muhafazakâr ebeveynlerine benzemek istemeleri, derinleşen anlam krizlerine çare olur mu bilemeyiz. Bu olguyu eminim benim gibi sizlerde gözlemlemişsinizdir.

www.haberpodium.ch

Terapiye gelen bazı danışanlarımız, dünyanın ve yaşamın kendisine anlam sunmadığını ve yol gösterebilecek birinin olmamasıdan yakınırlar. Yaşamlarına anlam katmak isterken, anlamı olmayan bir dünyada nasıl yaşanılacağı üzerine reçeteler arayan insanlar, çoğunlukla cevabını bulamadıkları bu soruyla yalnız kalıyorlar. İçinde bulundukları boşluk duygusundan kaynaklı krize giren insan, çıkışı anlamda bularak anlam arayışına çıkıyor. Genellikle de yaşamında yenilgiye uğramış bir kişi bu anlam arayışına daha çok çıkıyor diyebiliriz. Krizler bazen kişiye bir kapı açar. İnsan birlikte oldukları kişilerle yaşanılan anın değerli olmasını arzular. Kişi değerli olanla önemli olanı ayırt edebildiğinde ayrı bir anlam kazandırır hayatına. Yaşantılarında daima önemli olanın yanında kalınca başırının geleceğine kendilerini inandıranların hayal krıklıkları daha büyük olur. Değerli olanın kıymetini bilmekle önemli olanın farkına varmak aynı şeyler değildir.

Öteki olmadan ‘ben’ olmaz

İnsan inanmak ister. ‘İnanmak isteme’ arzusu onun bilincine ebevylerinden tutun toplumun tüm katmanlarında ki kurumlara kadar birçok unsurun yerleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. İnanç üzerinden varlığını bir aidiyata bir bağlılığa yönlendirme gayesindedir. İnsan kendi varlığına anlam katma da ötekine ihtiyaç duyar. İnanlar inanmayanlar üzerinden, erkekler kadınlar üzerinden, yerliler olan yabancılardan, içerde olanlar dışarda olanlar üzerinden kendini kurgular ve hayatı bu tezatlıklar üzerinden algılamaya ya da anlatmaya çalışırlar ki, o ne büyük bir yanılgıdır! Öteki olmadan ‘ben’ oluşmaz. Anlamdandırmada ötekine duyduğu ihtiyaç bazen kendi içinde ukte kalmış arzularının giderilmesinde, bazen onun gibi olmama ya da düşünememe çabasında, bazen de kendini ondan üstün hissetmede kendini ele verir. Psikoanalizde bunlar ‘savunma mekanizları’ adı altında sınıflandırılarak, kişinin kendi benini koruma arzusunun sonucuna bağlamaktadırlar.

Yalnızlık ve anlamsızlık

Genellikle Varoluşçuluk, özellikle de son yıllarda Irvin Yalom’la beraber iyice hem popüler hem de tanınmış bir terapi akımı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yalom’un terapilerinde ana konu yaşam, yaşamın getirdikleri ve ölüm üzerinedir. Yalom insana ait dört temel kaygıyı öne çıkarmıştır: ölüm, özgürlük, varoluşsal yalıtım ve anlamsızlık. Özellikle de anlamsızlık meselesinde insanı teselli edecek bir kapı aralamak üzerine çabalayıp durur. Genellikle terapilerine gelenlere daha ilk seansında boş bir A4 kağıdına soldan sağa doğru uzun bir çizgi çekerek, bu çizginin kişinin ömrünü temsil ettiğini sayarsak, başlangıç heri olan sol uç doğumunuz ve çizginin bittiği sağ ucu da ölüm varsayalım der. Son iki ay içinde kendinize odaklanın ve bu çizgide ömrünüzün aldığı mesafeyi belirlemek bir çarpı atın der. Genellikle sağ uca yakın bir yere çarpı atanlar, yani ömrünün sonuna geldiği duygusunu yoğun yaşayanlar açısından terapide ölümden çok anlamsızlık üzerine konuşmanın önemini belirler. İnsan yalnızlığa ve anlamsızlığa tahamül edemediği için ötekine sığınır der bir yerde Yalom. Kendimizi yalıtılmışlık duygusundan uzaklaştırmak için başkalarını kalkan gibi kullanma eğilimindeyiz. Özellikle de göçmenlerde ve sürgün hayatını yaşayanlarda bu daha da dikkatimizi çekmektedir. Unutmayalım ki, ‘insan insanın sığınağıdır’ derken, sığınılacak insana yönelmemize sebep olan da yine bir başka insandır. Yani insandan gelen olumsuzlukları gidermek için yine bir insana ihtiyaç duyarak atlatabiliriz.

www.haberpodium.chAslında bizler psikoterapi tekniği kullanırken, ‘ben-sen’ ilişkisi gibi görünen boyut, diğer bir anlamda bu karşılaşmada oluşan diyalog da, yaşama anlam katmada herkesin kendi sınırlarını bilerek anlama eyleminde ortak noktada buluşma çabasıdır. Elbette gelen danışanlarımızın çoğunun böyle bir arzusu ya da anlam verme ya da bulma arayışı yoktur. Çok az danışanlarımız bizim gerçek anlamda arzuladığımız psikoterapi ilişkisindeki karşılaşmayı sunuyorlar bize.

Hele bazıları aynı tarım toplumlarındaki insanlar gibi yaşamın anlamına dair sorular hiç sormuyorlar. Birçoğu hayatın somut sıkıntılarıyla uğraşırken, geleneklerin baskılayıcı ve onların koruyucu olarak gördükleri normlarının bir yazgısı gibi karşımıza geldiklerine şahit olmuşumdur. Bazılarının anlamsızla yüzleşmek gibi bir durumları da yoktur. Sanayileşmiş toplum nsanın doğadan kopmuş olanları daha çok anlamsızlık sorularıyla uğraşırlar. Uğraşmak için yeterince de zamanları vardır.

İsviçre’de her on kişiden yedi kişi yaptığı işte mana krizi yaşamaktadır. Burn-out vakalarının çoğalması tamamen artık giderek artan bir sayıda seyir izlerken, dev bürokratik yapılarda hizmet vermek anlamsız hale gelebilmektedir.

Günlük haytınızda çalan telefondaki kişinin bir reklam bürosundan olması ve sadece size satmak istediği ürünü kakalama arzusu can sıkıcı gelebilir. Çünkü o an varoluşsal bir başka sıkıntı ile boğuşuyor olabilirsiniz. Bazen haller vardır kişi can sıkıntısı, durgunluk ve boşluk duygusu içinde olabilir. Viktor Frankl buna “Varoluş vakumu“ der. Bu durumlarda kişi kendine ve dünyaya inançsız bakar. Yönünü bulmada zorlanır ve yaptığı her şeyin amacını soruşturur. Boş vakitlerinde dahi ne yapmak istediğine dair fikir geliştiremez. Frankl’e göre çağımızın insanının en büyük açmazı sezgilerini kaybetmiş ve gelenekle bağını yitirmiş olmasıdır.

Anlamsızlıkta belirli bir vakum oluştuğunda, belirtiler (semptomlar) bu boşluğu doldurmaya başlar. Mesela alkolizm, obsesyonelizm, cinsel davranışlarda enflasyon, depresyon, sorumsuz ve yıkıcı davranışlar böylelikle Noojenik nevrozlara yol açar. Noos Yunanca’da zihin anlamına gelmektedir. Yani zihinsel nevrozlar oluşmaya başlar.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı