Kültür-Sanat

Sözlü kültürün tanıkları-Metin-Kemal Kahraman Kardeşler

Avrupa’da sık sık konserler veren Metin- Kemal Kahraman kardeşlerin geçtiğimiz günlerde Zürich’te de konserleri vardı.

Bugüne kadar Meyman, Deniz Koydum Adını, Renklerde Yaşamak, Ferfecir, Yaşlılar Dersim Türkülerini Söylüyor, Sürella, Çevere Hazaru, Şahmaran-Saé Moru, Oğul gibi albümlere imza atan Metin-Kemal Kahraman kardeşler, verdikleri konserle dinleycilerine hem müzik ziyafeti sunuyor hem de sözlü bir kültürün tanıklığını ve taşıyıcılığını yapıyorlar.

Sanatsal, sosyolojik, kültürel ve inançsal boyutları ile çalışmalar ortaya koyan Kahraman kardeşlerin çalışmaları adeta Anadolu’nun kalbine yapılan kazılar niteliğinde. Kahraman kardeşlerin yaptıkları müzikler; mana arayışları, hakikatin peşine düşmeleri ve bunu sözlü kültür çalışmalarıyla desteklemeleri açısından farklılıklar içeriyor.

Şu sıra Ağıtlar isimli bir albüm hazırlığı içinde olan Kahraman kardeşlerle, konserleri öncesinde çalışmaları üzerine konuştuk. Kardeşlerden Kemal Kahraman, 22 yıl önce Almanya’ya geldi ve bu kadar süre zarfından sonra ilk kez bu yıl Türkiye’ye döndü.

K.K.:Evet, 10 aydır Türkiye’ye sık sık gidip geliyorum artık. İstanbul’da Ankara’da, İzmir’de, Diyarbakır’da, Dersim’de bazı konserlerimiz oldu.

İlgi nasıldı?

K.K.:Çok iyi bir ilgi vardı. Hem biz özlemişiz oraları hem de insanlar özlemiş bizleri. Beklediğimizden fazla bir ilgiyle karşılaştık.

22 yıl süren bu ayrılık süresince Türkiye’de ki değişimi nasıl gördünüz?

K.K.:Çok şey değişmiş tabii. Özellikle İstanbul, İzmir, Diyarbakır gibi büyük şehirlerde…Kentsel dönüşümler şehirlerin tüm hafızalarını etkilemiş. Bütün yaşanılmışlıklara dokunulmuş. 30-40 katlı bloklar yapılmış mesela. İşin tuhaf yani ise, bu tür blokların birçok yerde olması. Yüzlerce blok yanyana… En çok dikkatimi bu yapılaşmalar çekti. Korkunç buldum bu manzarayı. Bunun ileride çok ciddi sosyal sorunlara yol açacağını düşünüyorum. Burada, Avrupa’da özellikle Fransa’da yaşandı bazı şeyler. Banliyölerde Cezayirli gençlerin yaşadığı ve olayların çıktığı yerler bu türden yerlerdi. Sorunun en büyük kaynağı gettolaşmaydı. Büyük şehirlerde olan çok katlı binalar insanların sosyal yönlerini zayıflatıyor, birbirine yabancılaştırıyor. Bir de bu binalar daha çok zengin kesimler için yapılan binalar.Bu da tuhaf. Toplumsal bir ayrışma da söz konusu. Güvenliği bile kendi içinde düşünülmüş, duvaraların üzeri tel örgülerle yükseltilmiş. Cezaevi tarzı yapılar bunlar.

Avrupa’da kaldınız, müziğinizi burada yaptınız. Avrupa’ya çıkış sebebiniz neydi?

K.K.:Aslında 90’lı yılların başında Avrupa’ya gelirken kendimle ilgili sorularım vardı. Dilimizle, müziğimizle ilgili sorular…Bu soruları sorduran sosyalizasyonun dışına çıkarak cevap aramak istedim. Türkiye’de o dönemde müziğimiz üzerinde baskı vardı. O baskından bağımsız daha özgür bir ortamda sorularımıza cevap bulabilir miyim diye çıktım. Almanya’daki süreç tam da isteğim gibi değildi ama yine de oldukça verimli bir 20 yıl geçirdim. Burada da konserlerimiz oldu. Elbette Türkiye’de konser verememenin eksikliğini yaşadık. İşlerimizin bir kısmı eksik kaldı. Birlikte sahneye çıkamadık mesela.

Türkiye’de olsaydınız daha iyi olabilir miydi?

K.K.:Daha iyi olamazdı Türkiye’de. Orada olamadığı için yutdışına çıkmak zorunda kaldım zaten. O zamanlar kendi diliniz ve kültürünüzle ilgili sorular sorduğunuzda ona uygun cevaplar bulmaya imkan yoktu.

Çalışmalarınızı nasıl yürüttünüz peki?

K.K.:Bu süre boyunca Metin hep Türkiye’deydi. Sürekli Dersim’de ve Türkiye’nin diğer bölgelerinde kayıtlar yapıyordu. Bu kayıtları yanına alıp ayda bir, iki ayda bir Almanya’ya gelirdi. Bunları izler, dinler ve çalardık.

Şimdi döndünüz, ilerisi için düşündüğünüz projeleriniz neler?

K.K.:Yaptığımız iş müzik sınırlarını zorlayan bir iş. Biz bir dille bir kültürle ve bu dil ve kültürle aktarılmış bir birikimle muhattabız. Yani duaları, beyitleri, masalları, gülbenkleri, ağıtları, aşk türküleri, konuşmaları, dilin kendisi, doğumu, ölümü, yani o kültürün tüm hayat alanları ve hayattaki karşılıkları bizim çalışma alanlarımız. Bunların herbiri soru işaretleriyle dolu. Bu soruların cevaplarını aramamız, anlamamız gerekiyor. 2006’da Cevere Hazaruisimli bir albüm yaptık. O albümde Dersim’in inanç literatürünü aktardık. Onun devamına ilişkin çalışmalarımız olacak.

Son albümlerinizde daha çok Dersim bölgesinden ve oradaki inanç kültüründen geleneksel çalışmalar aktarıyorsunuz. 90’lı yıllarda yaptığınız albümlerinizde daha çok modern müzikler hakimdi. Bu değişimin sebebi nedir?

M.K.:90’lı yılların başında “ilk Zazaca-Kürtçe müziği biz yapacağız“ diye hevesle yol çıktığımızda o zaman genelde sanat piyasasında, Kürtçe ve Zazaca ile ilgili şöyle bir önyargı vardı; “bunlarla sadece folklor olur, birşey anlatamayız, bu dillerle köy ve dağ hayatı anlatılabilir sadece“, “bu dil dünü anlatmaya yetmiyor“, “bu diller insanı anlatamaz, anlatmıyor.“ Dolayısı ile 90’lı yıllarda Zazaca şarkılar yapma yönündeki hevesimiz daha çok yeni şarkılar yapmak şeklindeydi. Nitekim ilk çalışmalarda kendi bestelerimiz öne çıktı; “Deniz Koydum Adını“, “ İlklerde Yaşamak“ gibi…Daha sonraki yıllarda birikimimiz de arttıkça Dersim bölgesi kültürüne dönük derlemelerimiz ve kayıtlarımız oldu. Bu tür çalışmalar arttıkça, günümüze kadar gelmiş bu birikimi insanlarla paylaşma zorunluluğu doğdu bu kez.Çevera Hazaru bunlardan biridir örneğin. Bu albümümüzdeki en önemli tezlerden birisi şudur;  Dersim bölgesi Alevilik ile özdeşleşmiş bir coğrafyadır. Türkiye’nin yüzde 99’u Müslümandır ifadesi ne kadar meşru bir ifade ise, Dersim’in yüzde 99’u Alevidir ifadesi de o derece meşrudur. Oranın özel bir durumu var. Dolayısı ile Alevilik olmadan, inanç öğretisi olmadan Dersim bölgesini anlamaya imkan yok. Kürtçe –Zazaca dua ve gülbengler vardır, Aleviliğin ibadet dili sadece Türkçe değildir. Kendi çocukluğumuzda da bizzat şahit olduk bunlara. Bizim pirimiz Türkçe bilmezdi mesela. Zazaca cemlerini çocukluk dönemimde hatırlıyorum ben.

Aleviliğe ve Dersim bölgesine dair farklı tezler de dillendiriliyor?

K.K.:Alevilik ile ilgili çalışmalarda herkes tarafından kabul görmüş bazı tezler var maalesef. “Aleviliğin ibadet dili Türkçedir“, “Alevilik 10. ve 11. yüzyıllardan itibaren sadece Anadolu’da şekillenmiş bir ibadet ya da inanç öğretisidir“. “Alevilik eklektik, heterodoks bir kültürlenme yığınıdır“ gibi bazı ifadeler bir çok akademik çalışmada tartışmasız kabul gören tezler haline gelmiş. Bu gelenek Irene Melikoff, Ahmet Yaşar Ocak, Reha Çamuroğlu, Martin Van Bruinessen, Krisztina Kehl Bodrogi gibi isimlerle temsil olundu. Biz de canlı kaynaklardan yola çıkıp; “Alevilik eklektik, senkretik, heterodoks bir kültürlenme yığını değildir” diyoruz. Adından bahsettiklerim hiçbir zaman sözle aktarılan birikime bakmadılar. Mesela Irene Melikoff bir tane yaşlı insanı kaynak göstermez, gider Fuat Köprülü’yü kaynak gösterir.

Bu çalışmanızın devamı nasıl gelecek?

M.K.:2006’dan sonra Şahmaran, Oğul gibi çalışmalarımız çıktı. Bunları aynı eksende görmemiz mümkün. Şahmaran çok önemli bir tartışmaya zemin hazırladı. Şahmaran sadece bir anlatı, destan değildir, çok köklü bir kültür ürünüdür. Kökleri ta Sümer dönemi Gılgameş’a kadar gider. Gılgameş ise insanının elindeki en eski yazılı metindir. Ve insanoğlunun en temel var oluş sorularına yanıt arar. Yani; ben kimim? Hayat neden var? Ölüm neden var? Ölümsüzlük mümkün mü? Hayat yaşanacaksa ne için yaşanmalı? Aşk için yaşanacaksa ilahi aşk mı, fani aşk mi?… Bu tür temel sorulara cevap arayan bir metindir Şahmaran. Bu anlamda çalışmalarımız yarım kalmış çalışmalardır. Çevere Hazaru’nun dışında, hazırladığımız 300 sayfalık bir dökümentar dua ve gülbengler çalışmamız var. Bu çalışmamız da bitti. Ayrıca her biri 75’er dakika olmak üzere 2 CD’lik dokümentar kayıtlarımız var. Bunları imkansızlıklardan dolayı şu ana kadar yayınlayamadık ancak yayınlayacağız şimdi. Bu çalışmada Şahmaran’ı dokümentar kaynak olarak sunacağız.

Kaynak edinme konusunda nasıl bir yöntem izlediniz?

M.K.:Bu çalışmamızda bizzat yaşlılarla konuştuk. Her söylediğimiz mutlaka canlı bir kaynağa dayanıyor. Uzun ve yorucu zaman alan araştırmalar yaptık. Elimizde 3 bin saatlik kayıtlar var. Bundan yola çıkarak dinleyicilerimize Şahmaran’ı kaynağından direk aktaracağız. Biz nasıl muhattap olmuşsak, dinleyiciler de o şeklide muhattap olacaklar kaynakla. Bu şeklide daha iyi anlatabileceğimizi düşünüyoruz.

Şu sıra Ağıtlar isimli bir albüm üzerinde de çalışıyorsunuz. Bu çalışmanızdan bahsedebilir misiniz?

K.K.:Bu albüm üzerinde 4-5 senedir çalışıyoruz ve bitme aşamasında. Muhtemelen birkac aya yayınlarız. Albümde Osmanlı – Rus Savaşı, 1. Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı, Ermeni Soykırımı, Koçgiri ve Dersim 38 olayı, 1950 Kore Savaşı ve 74 Kıbrıs Harekatı’nda ölen insanlarla ilgili ağıtlar yer alıyor. Albümde sekiz ağıt yer alacak. Bunun altısı geleneksel ağıt, ikisi de bizim bestemiz. İnsanlar bin yıllar boyunca tarihsel hafızayı kuşaktan kuşağa sözle aktarmışlar. Ağıtlar da bunun en temel aracı. Bu çalışma birikimimizi daha da arttırdı. Çalışmalarımızı belli kategoriler çervecevesinde yayınlama hedefimizi sürdürüyoruz.

Ne tür kategoriler bunlar?

K.K.:Daha önceki albümlerimizde duaları, gülbengleri inançsal boyutu ile sunduk. Aşiret kavgalarında, devletle çatışmalarda, savaşlarda ölenlere yönelik yakılan ağıtlar bir başka çalışma kategorisi idi. Bundan sonra ki aşamada; düğün müzikleri, aşk müzikleri, masallar gibi kategorilerimiz olacak. Bunları kendi solo çalışmalarımızdan fırsat buldukça başlıklar haline yayınlayacağız. Bunu 15 sene önce önümüze koymuştuk. O çerçevede çalışma yürütüyoruz şu an.

Kültürel ve inançsal boyutu ile daha çok sözlü geleneği aktarıyorsunuz dinleyicilerinize. Yazılı eserlere de yöneldiniz mi hiç?

M.K.:Aslında bütün inançların tarihleri yöntem olarak bir şeklide yazılı bir şekle bürünüp, yazılı belgeler üzerinden yükselmiş. Egemen olan resmi ortodoks inançlar hep tarihi kendileri ile birlikte var etmişler. Çünkü yazı gibi bir güce dayanıyorlar. Ancak burada sözlü kültürün çok büyük bir avantaj olduğunu söylemeliyim. Cünkü yazmaya başladığımız andan itibaren unutmaya başladık. Sözün çok güçlü ve çok sahici bir hafızası var. “Bizim yazımız yok, perişanız, hiç bir işe de yaramayız“ gibi önyargılardan kurtulmamız gerekiyor bence. Burada söz üzerinden aktarılmış bilgi bütününü sunduk biz. Bu sunduklarımız hakikate çok daha yakındı, çünkü bu bir toplumun hafızası idi söz konusu olan. Bu hafızayı aktarıcıdan duyuyoruz, herhangi bir kitaptan değil. Bu hafıza yalana, dolana, talana, üçkağıda müsaade etmiyor. Birbirini tamamlayan bir yönü de var hem. Herhangi bir yerde duyduğum bir cümleyi başka bir yerde duyduğumda bazı şeyler puzzle gibi birbirini tamamlıyor o zaman. Bu şeklide bir resmi tamamlıyorsunuz. Örneğin biz Şahmaran masalıyla uğraşırken, bu masalın sözlü gelenekle anlatılan versiyonlarının çok daha derin bir hafıza taşıyıcısı olduğunu gördük.

Bu çalışmaları geniş bir coğrafyada bir başınıza nasıl yapacaksınız?

M.K.:Bir başımıza yapamayız evet ama yapılması gereken şudur; özellikle Maraş, Elbistan, Dersim, Sivas gibi, iç Torostlar olarak bilinen bölgede yaşayan Zaza, Kırmanç, Türkmen… farketmez, Alevi kesiminin dedesinden, pirinden, anne babasından duyulan yalan yanlış da olsa mutlaka yazıya geçirilmeli. Kendi kültürümüzü ve kimliğimizi kayıt altına aldığımız bu tarihi anlatmalıyız. Yaşlı kuşaklarla birlikte bir âlem ölüyor. Bizim bir an evvel yaşlılarımıza gitmemiz ve kaydedebildiğimiz kadarını kaydetmemiz gerekiyor. Kollektif bir çalışma olmalı bu.

Araştırmalarınızı kitaplaştırmak gibi bir düşünceniz var mı?

M.K.:Sadece CD ile aktarılacak şeyler değil bunlar. Kitaba da dönüştürmek istiyoruz bu çalışmaları. Aleviliği hem teolojik olarak, hem ibadet takvimi olarak hem de ritüel olarak sunmak istiyoruz. Bu çalışmayı yaparken de ne bir kelime ekleyeceğiz anlatılanlara ne de bir kelime çıkaracağız. Bizim işimiz var olanı tespit etmek ve olduğu gibi aktarmak.

Son olarak müzikle uğraşanlara neler söylemek isterseniz?

K.K.:Halk müziği ile ilgilenenler direk kaynağa, yani ozanlara ya da dengbejlere erişmeli onlardan destek istemelidirler. Böylelikle daha sağlıklı bir çalışma ortaya çıkacaktır.

 

Gülbenk:Alevilik inancına göre yapılan dua

Dengbej:Kürtçe’de söz aşıkları için kullanılan tabir

Çevere Hazaru:Binler Kapısı

 

AYDIN YILDIRIM/ZÜRICH

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı