DiziisviçreİsviçreKadın

Elife Biçer-Deveci ile “Osmanlılarda Kadın Hareketi“ üzerine

“Osmanlılarda Kadın Hareketi“ isimli bir doktora tezi hazırlayan Elife Biçer-Deveci, Bern Üniversitesi’nde yaptığı bu çalışması ile 19. yy. sonları ile 1930'lu yıllar arasıdaki zaman dilimini kapsayan kadın hareketini ve bu kadın hareketinin uluslararası kadın örgütleri ile olan ilişkilerini ortaya koyuyor.

18.yüzyılda ortaya çıkan Aydınlanma Çağı genel olarak insanın kendi yaşamını yeniden düzenlemesini gündeme almış, hem düşüncelerin hem de toplumsal yaşamın köklü değişimlere uğrayacağı bir sürecin başlangıcı olmuştur. Aydınlanma Çağı’nda sivil özgürleşme hareketlerinin başlangıcıyla eş zamanlı atılırken, bu gelişmelerden Kadın hareketleri de paylarını alır. Bu tarihten sonra, sadece erkekler için geçerli olan insan ve sivil hakları ifadesi, “Eşitlikçilik“ anlayışından hareketle kadınlar için de kullanılmaya başlar. Bu tarihten sonra kadın hareketlerinin ideolojilerinde “Feminizm“ kavramı doğar.

Birçoğumuz, kadın hareketleriyle ilgili olarak, Osmanlı döneminde ne olup ne bittiği konusunda pek de haberdar değiliz. Kadınlarla ilgili haklardan daha çok Cumhuriyet döneminin ilk yıllarından itibaren bahsedilir. Oysa ki Osmanlı’da kadın hareketlerinin temeli biraz daha gerilere, 19.yy’a kadar gidiyor.

Elife Biçer-Deveci, İsviçre’de konuyla ilgili olarak “Osmanlılarda Kadın Hareketi“isimli bir doktora tezi hazırladı. Sözkonusu doktora çalışması Osmanlı döneminin (19. yy) sonları ile, 1930’lu yılları arasında oluşan kadın hareketinin uluslararası batı kadın örgütleri ile olan ilişkilerini içeriyor.

İlginç olan ise, Elife Biçer-Deveci’nin 13 yaşından bu yana İsviçre’de yaşaması ve bu tezi Bern Üniversitesi için hazırlıyor olması.

Elife Biçer-Deveci 27 yıl önce ailesiyle birlikte İsviçre’ye geliyor. iki yıl boyunca göçmen çocuklar için verilen Fremdsprach-Unterricht’te Almanca, Fransızca ve İngilizce dersleri aldıktan sonra, 1998’de Orientierungsschule’den (Sekundarstufe 1) ayrılıyor ve Gymansium’da Latein-Matura eğitimine devam ediyor. Zürich Üniversitesi’nde Genel Avrupa Tarihi, Coğrafya ve Felsefe okuyan Elife Biçer-Deveci 2011’den bu yana Bern Üniversitesi’nde Osmanlı Kadın Hareketi ve Uluslararası İlişkileri ile ilgili bir doktora tezi yazıyor.

Elife Biçer-Deveci

Elife Biçer-Deveci ile eğitimi ve çalışmaları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

“Bir göçmen olarak İsviçre’de eğitim sürecinizde sorunlar-sıkıntılar yaşadınız mı?“ diye soralım ilk olarak.

Evet. Öncellikle dil konusunda büyük sıkıntılar yaşadım. Okulda yüksek Almanca öğretilirken, okul dışı hayatında diyalekt konuşuluyordu. Bu durumda okulda öğrendiğim Almanca dilini okul dışı hayatında uygulama şansım çok azdı. Ayrıca diyalekti öğrenmek için hiç bir şekilde sistematik bir destek de almamıştım.

Orientierungsschule’nin son senesinde Basel’de öğrencilerin hangi eğitime devam etmesi gerektiğine öğretmenler öğrencilerin puanlarına göre karar veriyor. O zamanlar öğretmenlerim arasında farklı görüşler vardı. Almanca dersinde yetersiz iken, diğer derslerde (Matematik, Fransızca ve İnglizce) çok başarılıydım ve puanlar itibariyle Gymansium’a geçebilirdim. Almanca öğretmenimiz benim Gymnasium’da dil yüzünden çok zorlanacağımı düşünüp beni ve diğer öğretmenleri Weiterbildungsschule’ye gitmeye ikna etmeye çalışıyordu. Diğer öğretmenler ise farklı görüşteydiler. Sonunda kararı bana bırakmışlardı ve ben Gymansium’a gitmeye karar verdim. Aslında, bir öğrencinin Sekundarstufe I’den sonra hangi okula gitmeye karar vermesi pek de alışagelmiş bir durum değildi. Fakat bu durum İsviçre’nin göçmen çocuklarının ile ilgili olan tutumu hakkında şüpheci bir tavır takınmama sebeb olmuştu ve kendimi başarılı bir öğrenciden ziyade bir göçmen, bir yabancı olarak etiketlendirildiğime inanmıştım.

Benzer durumları yakın çevremde olan göçmen arkadaşlarım da yaşamıştı ve çoğu Almanca dil yetersizliği yüzünden, ki bu yetersizlik zamanla ve biraz gayretle giderilebilir, geri kalan yaşamları için yanlış yönlendirildiklerine inanıyorlardı.  Göçmen ve yerli öğrencileri sınıflandırma duygusunu bir öğretmenin basmakalıp tavırları yüzünden Gymansium’daki eğitim dönemime de taşımıştım. Öğretmenler ve İsviçreli arkadaşlarla olan ilişkilerimde hep çekingen ve sessiz kalıyordum. Ayrıca bu duygunun verdiği her zaman yetersiz olma düşüncesi benim derslerde daha çok gayret etmeye teşvik ediyordu. Sonuç olarak Almanca’yı mükemmel olarak öğrenmenin hiçbir zaman bir göçmen için mümkün olmadığını, fakat başarılı olmak için mükemmel Almanca bilmenin de gerekmediğine inanmaya başladım.

Osmanlılarda Kadın Hareketi konusunda bir doktora çalışmanız var. Tezinizin içeriğinden bahsedebilir misiniz?    

Osmanlı Dönemi, 19. yüzyılın sonlarından Cumhuriyet’in 1930’lu yılları arasındaki kadın hareketini ve bu hareketin uluslararası kadın örgütleri ile olan ilişkilerini araştırıyorum. Bu dönemin kadın hareketi literatürde “birinci dalga feminist hareketi”olarak adlandırılıyor. Bu dönemde Osmanlı’da ve Türkiye’de kadınlar örgütlenip kadınların sosyopolitik durumlarını değiştirmek için taleplerde bulunmaya başlamıştı. 19. yüzyılın sonlarında bu talepler eğitimde kadın-erkek eşitliğini savunurken, 1920’li yıllara kadar talepler seçme ve seçilme haklarından kadın ve çocuk ticaretinin yasaklanması, iş hayatında eşit maaş gibi taleplere kadar genişler.

Doktora tezimde Osmanlı kadın hareketinin Batı kadın hareketinin içinde olup, uluslararası kadın örgütlerinin çalışma alanlarında etkili bir rol oynadıklarını savunuyorum.

Bazı örnekler vermem gerekirse; Bunlardan en önemlisi Osmanlı kadın örgütlerinin yayın organları aracılığla uluslararası örgütlerin savundukları eşitlik kavramlarını Osmanlı kamuoyuna tanıtmalarıdır. 1935’de Türk Kadın Birliği sayesinde İstanbul’da Uluslararası Feminizm Kongresi düzenlenmiş ve Kongre’nin sahibi International Alliance of Women for Suffrage and Equal Citizenship ilk defa Müslüman bir ülkede kongreyi gerçekleştirme fırsatı bulmuştu.

Nereden aklınıza geldi bu konuyu ele almak? Zorlukları olabileceğini düşündünüz mü hiç?

Bu konu 2011’de Cemiyet-i Akvam döneminde (1920–1945) uluslarası kadın örgütlerinin çalışmaları ile ilgili olan bir doktora projesine başladığım zaman aklıma gelmişti. Projenin adı; Ein Human Rights Turn in der internationalen Geschlechterpolitik der Zwischenkriegszeit? Menschenrechte, Frauenbewegung und der Volkerbund idi.

Tez danışmanım PD Dr. Regula Ludi bu proje çerçevesinde Türkiye ile ilgili bir araştırmanın mümkün olup olmayacağını değerlendirmemi istemişti. Yaptığım araştırmalarda ne Türkiye’nin ne de Türkiye’den bir kadın örgütünün Cemiyet-i Akvam’ın kadın konuları ilgili hiç bir çalışmasına rastlamadım. Cemiyet-i Akvam’ın, kadın konuları (Kadın ve Çocuk pazarlaması, Kadınların Hukuk Durumu) ile ilgili yaptığı çalışmalarda, uluslararası kadın örgütlerinin önemli çalışmaları vardı. Türkiye’deki kadın dernekleri ile uluslararası kadın örgütleri arasında ilişkilerin olup olmadığını merak etmeye başladım. Cemiyet-i Akvam konusunu bir kenara bırakıp sadece bu konuya odaklanmaya karar vermiştim, çünkü bu konuyla ilgili hemen hemen hiç araştırma yoktu. Ayrıca Osmanlı kadın hareketi Avrupa feminist araştırmalarında bahsedilmiyordu. Hem Osmanlı kadın hareketini birinci dalga uluslararası kadın hareketi içinde görünür kılmak, hem de Türkiye’de yapılan araştırmaları Avrupa’da tanıtmak amacına giriştim.

Konunuzu araştırırken nasıl bir araştırma süreci içine girdiniz?

İlk başta Türkiye’de Osmanlı kadın hareketi ile ilgili yapılan araştırmaları saptamaya çalıştım. Bu arada Osmanlıca dilini öğrenmeye çalışıyordum. Bu sürede İsviçre’nin herhangi bir üniversitesinde Osmanlıca dil kursu verilmiyordu. (Bugün bu kurs Basel Üniversitesi’nde var). Ayrıca Türkiye’ye gidip Osmanlıcayı öğrenmek hem zaman hem de maddi kaynak yetersizliğinden dolayı mümkün değildi. Osmanlıcayı kendim hiç bir destek almadan öğrenmeye başladım.

Hem uluslararası kadın örgütlerin arşivlerinden hem de Türkiye’deki Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Osmanlı ve Başbakanlık arşivlerinde kaynak arayışına girdim. Bu arada bilimsel konferanslara katılıp yaptığım araştırmaları sunmaya ve farklı disiplinlerden gelen araştırmacılarla tartışıyorum. Yaptığım incelemeleri yazıya dökmek çok farklı ve zor bir süreçti. Yazı sürecinde yeni sorular ve tekrar kaynak arayışları başladığım doktora tezini  sonlandırmayı erteliyor. Bununla beraber yazıda temanın sunuşu yaratıcılık özelliklerini koşullu kılıyor. Temaya nerden başlamak ve okuyucu için anlaşılır bir biçimde yazmak, bu da araştırmanın yanında çok zaman istiyor.

Hangi kaynaklardan faydalandınız?

İncelediğim kaynaklar dönemin kadın dergileri, yayın organları, örgütlerin çalışma protokolleri ve raporları ile mektuplaşmalardı.

Konuyla ilgili yeterli kaynağa ulaştığınızı düşünüyor musunuz?

Konuyla ilgili yeterince kaynak yok. Bunun birçok nedeni var. Osmanlı ve Cumhuriyet’in erken dönemlerinde kadınların herhangi bir konu ile ilgili yazdıkları mektuplar, hatıralar vb. ile kadın örgütlerinin protokollerinin günümüzde var olmamaları en büyük sorun. Kadınların yazılarına o dönemde bile toplum ve devlet tarafından pek değer verilmemiş ve dolayısıyla arşivleme sözkonusu bile olmamış. Bundan ötürü; “Kadın dernekleri yaptıkları çalışmaları ile ilgili protokol tutmuşlar mıydı?“ “Batının kadın örgütleri ile yaptıkları yazışmalar toplanmış mıydı? “Varsa bu yazışmalar nerede saklı?“ gibi sorulara bugün Türkiye’nin arşivlerinde cevap bulmak mümkün değil.

İstanbul’daki Kadın Eserleri Kütüphanesi, geniş bir yelpaze ile ve uzun süren bir gayret ile kadın eserlerini, dergileri ve kişisel özel arşivleri bir arada toplayıp araştırmacılara sunuyor. Böyle bir kütüphanenin var olması, Osmanlı Kadın Hareketi ile ilgili olan merakımı uyandıran bir başka sebep. İncelediğim uluslararası örgütlerin arşivleri kaynak bakımından çok zengin. Fakat bu dosyalarda sözkonusu Osmanlı ve Türkiyeli kadınlar olunca, yine sınırlı bir arşivlemenin verdiği sorunla karşılarsınız. Uluslararası örgütlerin raporlarında adı verilmeyen Osmanlı kadınlarıyla yapılan mektuplaşmalardan bahsedilir, fakat bu mektuplar ortada yok.  Var olan kaynaklar araştırmamın temel sorularına yanıt verdi, ama daha önce de dediğim gibi, yazı sürecinde yeni sorular ortaya çıkıyor ve arşivleri tekrar taramak gerekiyor. Tam bu noktada kaynak eksikliğinden dolayı yeniden zorluklar başlıyor.

O zaman ki kadın hareketleri ile şimdiki kadın hareketleri arasında bir bağ kurabiliyor musunuz? O zaman ile şimdiki zaman arasında bir kıyaslama yapabilir misiniz?

O dönem ile bugünün feminist hareketlerinin tartıştığı konular benzerlik taşıyor. Mesela çocuk evlilikleri… Birinci dalga feministlerin de eleştirdikleri, çözüm aramaya çalıştıkları bir mesele bu. Maalesef bugünün Türkiye’sinde de hala çocuk evlilikleri yaşanıyor ve meselenin çözümü bir çok feminist örgütlerin programında yer alıyor. Bugünün üçüncü dalga feminist hareketi diye adlandırılan kadın hareketi tabii ki temelleri bu dönemin kadın hareketi üzerinde kurulu. (İkinci dalga feminist hareketi 1970’lerden sonra). Sadece lokal olarak değil, uluslararası birlikler kurup kadınların durumunu iyileştirmeye çalışmak ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası alanlarda etkin olmak bugün feminist hareketi içinde tabii olarak görülüyor ve bunun temeli de birinci dalga hareketin oluşturduğu temeller ve çalışmalar. O dönemden farklı olarak, bugünün kadın hareketinde ulus kavramını da feminist bir açıdan eleştiriyor olması. 20 yüzyılın başlarında kadın hareketi uluslaşma süreciyle iç içe olan bir hareketti ve uluslararası kadın örgütlerin “Enternasyonalizm“ söylemi ulus devlet kavramına dayalı idi. Yani bir çok ulus devletten kadın örgütlerin bir araya gelmesi enternasyonalist bir örgütün temel yapısıydı. Bundan dolayı uluslararası kadın örgütlerine üye olmak için, bir ulusun kadınlarını temsil eden bir örgüt olmak gerekiyordu. Sonuç itibariyle bir ülkede azınlık gruplara mensup kadın örgütleri üye olamazdı. Üçüncü dalga feminizmi kadın hareketi içindeki bu ulus anlayışına eleştirisel bir bakış getirdi ve bu anlayışın beraberinde getirdiği ayrımcılığa işaret etti.

Birinci dalga feminizm hareketinden farklı olarak bugünün kadın hareketi küreselleşme sürecinde yer alıyor. Söylemleri, kavramları ve etkinlikleri küresel boyutta ve kendini ulus devletin ötesinde belirliyor. Bu özellikler tabii ki bugün sosyal medyanın sunduğu imkanlar ve iş hayatındaki hareketliliğin (mobilität) getirdiği sonuçlar. Bugünün feministleri kendilerini bir ulusun parçası değil, daha çok global bir hareketin parçası olarak adlandırıyor.

İşlediğiniz dönemde kadın hareketi çalışmalarından yer alan kadınlardan bahsedebilir misiniz? Kimleri ele aldınız çalışmanızda?

Dönemin öncü feministlerinin yayınladıkları yazıları inceledim. Bunlar arasında Fatma Aliye, Emine Semiye, Ulviye Mevlan (Civelek), Nezihe Muhiddin gibi günümüzde haklarında birçok biyografi yazılmış kadınlar var. Aynı zamanda hakkında kaynak eksikliği sepebiyle biyografi çalışmaları mümkün olmayan kadın yazarlar… Sadece öncü feministler değildi bu yazarlar, aynı zamanda dönemin kadınlara açılan eğitim imkanlarından ilk faydalanan kadınlardı bunlar.  İki örnek kadından bahsedeyim size; Emine Semiye ve Nezihe Muhiddin.

Emine Semiye (1864 doğumlu) Osmanlı’nın ilk üniversite mezunu kadını olarak biliniyor. Lakin üniversiteye İstanbul’da değil Paris ve Lozan’da gitmiş, pedagoji ve psikoloji okumuştu. Çünkü Osmanlı döneminde İstanbul Üniversitesi (dönemin tek devlet üniversitesi) ilk olarak 1914’de kapıları kadınlara açmıştı. Kadınların üniversiteye gitmeleri toplum tarafından reddediliyordu, Avrupa gibi kadınların örtünmediği ve cinsiyet segregasyonun var olmadığı bir bölgeye tek başına gitmek bir tabu olarak görülüyordu. Semiye gibi kadınların Avrupa’ya gidip okumayı istemeleri birçok sıkıntı ve cinsiyetçi basmakalıplara dayalı engelleri aşmak anlamına geliyordu. Semiye, Avrupa dönüşünde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadın şubesi başkanı olmuş ve bu parti içinde kadınların eşit hakları için mücadele vermeyi çabalıyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kadınların durumunu iyileştirmek için ön gördüğü programlar Jön Türk devrimiyle unutulmuştu ve Emine Semiye partiden ayrılmıştı. Emine Semiye, yazılarında partide uğradığı hayal kırıklığından bahseder.

Emine Semiye

Bir diğer örnek ise Nezihe Muhiddin (1898 doğumlu). Nezihe Muhiddin faaliyetlerini Cumhuriyet’in 1920’li yıllarında kadının seçme ve seçilme hakkı için mücadeleye odaklamıştı. Kendisi Türk Kadınlar Birliği’nin kurucu üyelerinden ve aynı zamanda başkanıydı. Muhiddin daha önceki kadın örgütlerinden farklı olarak Türk Kadınlar Birliği’nin uluslararası ilişkilerini güçlendirmişti. Ve onun çalışmaları sayesinde ilk defa bir Türk kadın örgütü uluslarası feminist kongrelerine katılıp dönemin Türkiye’deki kadın durumlarından bahsetmişlerdi.

Nezihe Muhiddin

Osmanlı-Türk kadınlardan ziyade Avrupalı kadınların Osmanlı kadın dergilerinde yazdıkları yazılar da var. Bunlardan en iyi örnek Ulviye Mevlan‘ın 1913-1921 arası yayınladığı Kadınlar Dünyası dergisidir. Bu derginin bir dönem yayınladığı Fransızca eklere, İstanbul’da yaşayan Avrupalı kadınlar da yazmışlar. Bu kadınlar derginin yayın organı olarak işlediği Osmanlı Müdafaa-i Hukuk-ı Nisvan Cemiyeti‘nin üyeleriydiler.

Tezinizin temel özelliklerinizden bahsedebilir misiniz? Tezinizi farklı kılan özelllikler nelerdir?

Tezimi bugüne değin yapılmış araştırmalardan farklı kılan en önemli özellik, araştırmamda Osmanlı kadın hareketinin uluslararası ve batı kadın hareketine olan bakış açılarını ele almamdır. Batı hareketini nasıl değerlendirdiler? Hangi konularda görüş birliği vardı?  Batı hareketini neden ve nasıl eleştiriyorlardı? gibi sorular temel sorularım.

Dönemin batı kadın örgütleri arasında Müslüman kadınları “doğulu” “geri kalmış” ve “batı feministlerin rehberliğine ihtiyacı” olan kadınlar olarak etiketlendirilmişlerdi. Bu gerçeği Charlotte Weber ve Leila Rupp gibi bugünün araştırmacıları da saptamış durumda. Müslüman kadınların batı kadın hareketine olan bakış açısına yer vermek, tezimi Avrupa’da yapılan diğer feminist araştırmalardan farklı kılan bir özellik. Batıdaki kadın hareketine farklı açılardan bakmak bu hareketin içindeki çalışmalara farklı bir değerlendirme getirirken, hareketin başarılı ve zayıf olduğu noktaları saptamak da yararlı oluyor.

Türkiye’de kadın hareketi ile ilgili  bu tarz araştırmalar var mı? Şimdiki kadın hareketi bu araştırmalardan faydalanabiliyor mu sizce?

Elife Biçer-Deveci

Türkiye’de kadın hareketi ile ilgili çeşitli araştırmalar var. Bu tarz bir çalışmayı sadece Aslı Davaz’ın yeni çıkan “Eşitsiz kız kardeşlik” başlıklı kitabına işaret edebilirim. Davaz kitabında Türk Kadınlar Birliği’nin batı ve doğu kadın örgütleri ile olan ilişkilerini gösteriyor.

Tarihin feminist hareketi ile ilgili olan çalışmalar bugünün kadın hareketi ile iç içedir. Daha doğrusu kadın hareketini inceleyen bir araştırmacı kadın hareketinin bir parçası iken, araştırmaları sayesinde bir bilgi ve kültür akümülasyonu sunuyor. Bu tür bir akümülasyonun, birebir faaliyetlerden daha çok kadın hareketi içindeki bilinçleme üzerinde etkisi var.

Son olarak tezinizin akademik çevrelere ve kadın haraketlerine nasıl bir etki yapabileceği konusunda fikrinizi belirtebilir misiniz? Konuyla ilgili olarak, kimlerden ne tür tepkiler aldınız?

Avrupa’nın akademisyen ve feminist çevrelerinde hala kültürel basmakalıplar mevcut. Bunların temel bir noktası Müslüman kadının sosyal yaşamındaki durumuyla ilgili. Bugün hala Müslüman kadının genel olarak toplumda pasif, ailenin erkek fertlerinin baskısı altında olduğuna inanılıyor ve bundan yola çıkarak Müslümanlar “gerici” ve “yobaz” bir toplum olarak tanıtılıyor. Müslüman kadın hareketi üzerine yapılan araştırmalar bu tür basmakalıpları yıkabilecek ve kültürel diyalogları güçlendirebilecek bir potansiyele sahip.

Akademik çevrelerden yaptığım araştırmalara olumlu tepkiler aldım. Bir çok yayın grubundan makale yazma teklifi geldi, lakin zaman eksikliğinden dolayı çoğunu reddetmek zorunda kaldım. Bugün tezim hala yayınlanmadığı halde iki makale yazdım ve iki makalem de önümüzdeki sene yayınlanacak.  Katıldığım konferanslarda çok olumlu tepkiler aldım. Daha önce Osmanlı kadın hareketi ile ilgili bilgi sahibi olmayanlar vardı. Kadın hareketinin faaliyetleri ve uluslararası örgütlerle olan etkileşimlerini tanımak onların yaptıkları çalışmalar için de faydalı oldu. En azından metod ve teorik çalışmalar hakkında biraz farklı bir açıdan düşünme fırsatı yakaladılar.

Aydın Yıldırım/Zürich

AD Consultancy

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı