Cinsiyet eşitsizliği ve kadına uygulanan şiddet
Atilla Toptaş
Klinik Psikolog, Psikoterapist
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi kararı ile birlikte, kadın hakları konusunda alevlenen tartışmalar da gündemde.
11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılan İstanbul Sözleşmesi 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi. Sözleşme, Avrupa Konseyi üyesi 20 ülke ile Türkiye tarafından onaylanmıştı.
Bu sözleşme; toplumsal cinsiyet ayrımcılığını önlemeyi, kadınları şiddetten korumayı, cinsiyet eşitliğini devlet güvencesi altına almayı hedefleyen, uluslararası bağlayıcılığı olan ilk sözleşme olma özelliği taşıyor.
Her toplumun kadın ve erkekler için öngördüğü normlar mevcuttur. Bu normları belirleyen de politika, sunulan eğitim, dini inanç, kültürel yapı ve devletin kurumsal yapısıdır. Binlerce yıldır toplumlara hâkim olan zihniyetler, kadına eşitliği layık görmezlerken, kadını erkeğin egemen alanına hapsederek erkeğin hizmetinde kalmasını istediler. Bunun için de devletin gücünü kullandılar.
Gelişmiş Avrupa ülkelerinde bile hala kadınlar eşit haklara sahip değiller. Buna İsviçre de dahil. İsviçre’de son 4-5 yılda iyice yükselen kadın hareketi sonucunda yeni yeni belli adımlar atılmaya başlandı. Aynı düzeyde iş yapan bir erkek, kadından ortalama %30 daha fazla maaş alıyor. Üst düzey iş ve görevlerde kadınların oranı %10’u geçmiyor. İsviçre’de kadınlar, son 50 yıldır seçme ve seçilme hakkında yararlanabiliyorlar.
1848’de kurulan İsviçre Konfederasyonu yapısında kadına yer yoktu. Hala da kadınların politikada temsili erkeklerin çok gerisinde. İlk kadın ulusal bakan 1984’te seçilmiş. Yani İsviçre Konfederasyonu resmi olarak kurulduktan 136 yıl sonra…
Her ne kadar kadınlara tanınan seçme ve seçilme hakları İsviçre’dekinden çok daha eskiye uzansa da Türkiye’de durum daha da içler acısı;
Osmanlı’dan bugüne kültürel, dini ve sosyal yapımız gereği kadına yönelik şiddet masum ve meşru gösterildi hep. Mevcut hukuk sistemi toplumsal istismara, tecavüze uğrayan kadını korumak yerine; onun kirlendiğini düşünerek kadınları cezalandırdı.
Cinsel istismar
Kadına yönelik şiddet toplumsal bir hastalıktır. Dünyanın her yerinde cinsel istismar vakaları mevcut. Özellikle de geri kalmış, kapalı toplumlarda. Kadın ve çocuk istismarları (buna erkek çocuk istismarları da dahil) çok yaygın olmasına rağmen pek gün yüzüne çıkmıyor.
Araştırmalar cinsel istismarların %80’inden fazlasının aile içi bireyler ya da güvenilen akraba ve tanıdıklar tarafından gerçekleştirildiğini gösteriyor.
Cinsel şiddet bazı devlet yapılanmalarında yaygın olarak kullanılan bir işkence metodu. Ayrıca ahlakı en fazla yücelten kurumlarda cinsel istismarların çok yaygın olduğu görülmektedir. Bu kurumlar genellikle dini veya sosyal kurumlar. İstismarda bulunanların çoğu ise toplumsal saygınlığı olan güvenilen kişiler.
Eskiden Avrupa’daki kilise çevrelerinde, papaz okullarında cinsel istismarların oldukça yaygın olduğu biliniyor.
Cinsel istismarın yaygınlığı Türkiye’de de, özellikle denetimin az olduğu tarikat evlerinde, Kur’an kurslarında veya yetiştirme yurtlarında da görülüyor.
Cinsel saldırı ve istismarlar bu insanlarda ömür boyu sürebilecek çok derin travmalara ve ruhsal yaralanmalara yol açarken, bu istismarlar genellikle gizli kalıyor ve çok az insan bunu başkasıyla paylaşabiliyor.
Bu istismarları önlemek için birçok boyutta mücadele etmek gerekiyor. Devletin kanuni koruma tedbirlerinin yanında; okulda, toplumsal kurumlar ve medya üzerinde ciddi bir eğitim ve bilinçlendirme hareketi başlatılması lazım. Farkındalığı artıracak kampanyalar gerekiyor. Bu kampanyaların devletin bir politikası olarak yapılması ve sürekli olması şart. Özellikle de çocukları, genç kızları, kadınları cinsel saldırı konusunda bilinçlendirip cesaretlendirmek gerekiyor.
İsviçre’de aile içi şiddet, cinsel istismarlar konusunda hem kanuni düzenlemeler hem de koruyucu mekanizmalar oldukça yaygın. Şiddeti önleyici birçok koruyucu tedbir alınmakta. Şiddete veya istismara uğrayan kişiler hem kanuni hem de ekonomik ve sosyal olarak devletin koruma şemsiyesine alınmakta ve finansiyel, sosyal ve psikolojik her türlü yardım sunulmaktadır. Ama bunlara rağmen aile içi şiddet, kadına şiddet, cinsel istismarlar sıfırlanmış değil.
İsviçre toplumu oldukça heterojen bir toplum. Toplumun %30’dan fazlası göçmen kökenli. Her milletten, her inançtan insan mevcut. Göçmenler gelirken tabi ki kültürlerini, inançlarını ve alışkanlıklarını da birlikte getiriyorlar.
İsviçre’de göçmen kökenli erkekler kadına şiddete daha fazla meyilli iken, göçmen kadınlar şiddete daha fazla maruz kalıyorlar.
İsviçre toplumu şiddet konusunda daha hassas ve şiddet kesinlikle tolere edilmiyor. Anaokulundan itibaren okullarda şiddete karşı, istismara karşı farkındalık oluşturmak amaçlı eğitimler veriliyor ve cinsiyet eşitliği öğretiliyor.
Peki bunlar yeterli mi? Hayır. Çünkü hala İsviçre’de geleneksel erkek egemen bir zihniyet ve devlet yapısı mevcut. Ama son yıllarda bu biraz da olsa değişmeye başladı. Bundan sonraki yıllarda kadınlar lehine daha da değişeceğini tahmin ediyorum.
Kadın-erkek eşitliğinin sağlanmaya başlandığı, kadınların ekonomik ve sosyal bağımsızlıklarının olduğu yerlerde erkeğe bağımlılık azalmış durumda. Çocuklar genellikle anneleriyle büyürlerken, babanın rolünü devletin sosyal kurumları üstleniyor.
Umarım yanlış anlaşılmaz ama ben gelecekte klasik erkek türünün etkisizleşip değersizleşeceğine inanıyorum. Yapay zekâ geliştikçe, devletler kadınlar eliyle şekillenmeye başladıkça, kadınlar sosyal yaşamda güçlendikçe o eski klasik erkeğe ihtiyaç duyulmayacak artık.
Son yıllarda birçok kadın sperm bankalarından sperm alarak hamile kalmayı tercih ediyor. Bunun ileride artarak devam edeceğini düşünüyorum.