İsviçreisviçreKültür-Sanat

Cihan İnan ile sinema üzerine

Berlin ve Zürich’te yaşayan Yönetmen Cihan İnan’la yaşamı ve çalışmaları üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

Uğraştığı işi severek yapan, kimi zaman uğradığı hayal kırıklarına rağmen durmadan, dinlenmeden üreten bir kişiliğe sahip Cihan İnan.

1969 yılında Bern’de doğan İnan, Bern Üniversitesi’nde Felsefe, Almanca ve Tiyatro Bilimi dallarında eğitim gördü. Zamanının büyük çoğunluğu Film setleri ve tiyatro sahnelerinde geçen İnan, yönetmenliğin yanısıra film ve tiyatro eleştirmenliği de yapıyor.

Münih Devlet Tiyatrosu, Viyana Tiyatro Grubu ve Freiburg Tiyatrosu gibi yerlerde yönetmen asistanlıkları yapan Cihan İnan, yönetmenliğe giden yolu şöyle anlatıyor;

“On yıl kadar tiyatro oynadım. Daha çok doğaçlama tiyatrolar yaptım. 2 yıl aşistan olarak çalıştıktan sonra yönetmenlik yapmaya başlayabildim ancak. Bu süre çok eğlenceli ve çok enteresandı. Oyuncularla birlikte olmak, tekstlerle uğraşmak ve oyuncuların tekstlerini nasıl okuduklarını görmek, sahneyi birebir yaşamak…Bütün bunlar yönetmenliğe başlamam konusunda beni ikna etti ve yönetmen olmaya karar verdim.“

Cihan İnan, 2010 yılında yaptığı“180°” ismli bir fimle İsviçre’de tanınmaya başladı. Filmin senaryosunu da yazan İnan’ın bu filmi isviçre’deki bir çok  sinemada gösterime sunuldu.

Filmini daha çok “kaybetmeler“ üzerine kurgulayan Cihan İnan, bu durumu yaşadığı trajik bir olaya bağlıyor.

Nick Cave isimli Avusturalyalı bir müzik sanatçısı ve yazar, 1994 yılda “And the Ass Saw the Angel “ isimli bir kitap yayımladı, Cave bu kitapın haklarını bana verdi ve ben de kitaptan yola çıkarak bir  senaryo yazdım. Bu senaryoyu Türkiye’de İsviçreliler ve Almanlarla birlikte filme uyarladık. Ancak çekilen tüm film matreyallerim Almanya’ya geldiğimde garda çalındı. 3 ay boyunca filmi deli gibi aradıktan sonra aramaktan tamamen vazgeçtim. Durumu kabullenip yeni bir film hazırlığına giriştim ve sonuç olarak ortaya, 180° çıktı.“

Yönetmen filminde genellikle gerçek yaşamdan farklı kesitler sunuyor izleyicisine.

Örneğin İsviçre’de 80’li yıllarda işyerinde cinnet geçirip 4 arkadaşını öldüren Günther Tschanun’u ele almış. O zamanlar 17 yaşında olan İnan, bu olayı filminde ele alış sebebini şu şeklide açıklıyor;

“Filmde Tschanun’un gerçek hikayesini ve iş arkadaşlarını neden öldürdüğünü anlatmak istedim. Tschanun 3 hafta boyunca ortadan kaybolmuştu. Kimseler nerede olduğunu bilmiyordu. Bu adamın çok sık ve zarif görünüşü vardı. Güzel, yuvarlak gözlükler, entellektüel bir duruş… Katillere benzemiyordu pek. Ancak bu adam beraber çalıştığı 4 insanı öldürmüş, beşinci kişiyi de ağır yaralamıştı. Bütün isviçre şok içindeydi, ne olduğunu anlamamıştı kimse. Onun bu hali bende merak duygusu uyandırmıştı. Oysa Gunther Tschanunla iş yerinde alay edilmiş, kendisine zorbalık yapılmıştı. Bu duruma “Mobbing“ deniliyor ve o dönemde bu kelime daha İsviçre’ de yoktu. Bu olaydan sonra  Mobbing’den bahsedilmeye başlandı. Bu durum beni etkilediği için olayı filmimde işledim.“

Filmine genellikle 17 yaş döneminin etkilerini yansıtan İnan, konu olarak Türkiye kökenli ailesinin yaşadıklarını, ırkçılıkla karşı karşıya gelme durumlarını da ele alıyor.

“80’ li yıllarda İsviçre’de yabancı olmak çok zordu“diyen yönetmen, konuşmasını şöyle sürüdürüyor;

“Ben kendim uzun süre ırkçılık ile karşı karşıya kalmadım. Ancak 20 yaşındayken vatandaş olmak istedim ve başvuru yaptım. Burda doğduğum halde, İsviçre almancası bildiğim halde, burada okullara gittiğim halde kabul edilmedi başvurum. 12 yıl sonra bir daha başvurdum, bu kez verdiler. Bu ırkçılığı da filmime konu ettim tabii ki. Burada herkes herkese karşı ırkçılık yapıyor. Türkler isviçrelilere karşı, isviçreliler esmer tenlilere karşı, Almanlar Türklere karşı vs vs…“

Cihan İnan’ın gelecek 2 yıl için 4 ayrı film projesi var ve çekimlerine gelecek Mayıs ayında başlayacak. Daha önceki filmlerinde olduğu gibi bu filmlerinde de, gerçek olaylardan yola çıkarak, senaryoları kendisi yazıyor.

İnan, Almanya-İsviçre yapımı olacak olan ilk filminin 2015 yılında sinemalarda gösterileceğini söylüyor bize.

Bu projeyi tamamlamak zor olmayacak mı sizin için?

Evet zor olacak ama sorun yok. Mecbur olmalı bu proje. Genellikle benim yazdığım senaryolarda önceden hazırlıklar yapınca sorun çıkmıyor. 2 yıl boyunca sadece yazdım ve 4 film senaryosu çıkardım ortaya.

Çekeceğiniz ilk filmin konusu nedir?

Kendi yazdığım bir senaryo bu. Liseden arkadaş olan 5 kişi 25 yıl sonra bir evde buluşuyorlar.

25 yıldır birbirlerini görmeyen bu insanların buluşma yaşları ortlama 45. Buluştukları ev ise içlerinde ki tek bayan olan arkadaşlarının evi. Bu bayan 25 yıl önce öğretmenlerinden hamile kalır. Grup o zamanlar bu durumu kabullenemez tabii. Hatta o dönem kısa aşık olan grup üylerinden birisi bunu duyunca çok üzülür. Bunlar öğretmeni dövüyorlar ve öğretmen kör oluyor. Kör olma durumunudan haberdar olmayan grup üyeleri, yıllar sonra buluştuklarında geçmişle ve yaptıklarıyla yeniden yüzleşiyorlar. Çünkü evlerinde bulundukları arkadaşlarının kocası, kör ettikleri öğretmenleri çıkıyor.

Trajik bir konu yine…Aynı zamanda hem Berlin hem de Zürich’te yaşıyorsunuz?

Evet, oğlum Berlin’de yaşıyor. Ondan dolayı her iki haftada bir mekan değiştiriyorum. Çalışmak için de Zürich’e geliyorum. Yapım şirketlerim de İsviçre’de. Almanya’da ki yapım şirketleriyle ilişkileri buradakiler kuruyor. Yaklaşık 1,5 yıldır bu tempoda git-gel yapıyorum.

Berlin ve Zürich arasında bir kıyaslama yaptığınızda ne söylersiniz?

Benim için  ikisi de çok farklı şehirler. Berlin’de daha rahatım çünkü orda bir babayım ve sadece oğluma bakıyorum. Zürich’te ise randevudan randevuya  koşturuyorum.

Cihan İnan yazmak için sık sık başka mekanlara gittiğinden de bahsediyor. Bunun nedenini ise şöyle açıklıyor; “Berlin’de oğlum var, burada da arkadaşlarım ve annem-babam. Bundan dolayı sağlıklı çalışamıyorum bu iki yerde. Yalnız kalıp çalışmak için uzaklara gidiyorum. İspanya, Portekiz ya da Türkiye…Yazdığım sıra bana deniz lazım, denizi mutlaka görmeliyim.“

Yazdığı senaryoların özelliğini ise şu sözle aktarıyor İnan; “Senaryolarımı okuyanlar çok şaşırıyorlar, çünkü okurken film izlemiş gibi oluyorlar. İsviçreliler bir filmi yazıyla tam olarak canlandıramıyorlar. Benim senaryolarımda çok fazla detay var ve adeta filmin her saniyesini, en küçük detaylarına kadar yazıyorum. Bunu burda hiç kimse yapmıyor. Hem bu şeklide film çekim aşaması benim için daha da kolay oluyor.“

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Nasıl konsantre oluyorsunuz?

(Gülerek) Barcelona’da yanlız kalınca oluyor. 2 hafta boyunca ilk olarak 5 sayfalık bir genel fikir yazıyorum. Daha sonra da bunu 40 sayfalık detaylı bir yazıya dönüştürüyorum.

Sonra ki aşamada tüm detaylarıyla senaryo çıkıyor ortaya. Tabii bu sırada bir çok film de izliyorum.

Örnek ya da ilham aldığınız kişiler kimler?

Brian De Palma’nın yönetmenliğinde ki “Çarlito’s Way“ isimli filmden çok şey aldım. Bu filmde Al Pacino da oynuyor. Brian De Palma benim için çok önemli.

Filmlerinde daha çok durağan resim tarzları kullanan yönetmenin filmi, Kanada, Amerika, İspanya, İtalya, Fransa, Fas, Belçika,Hindistan, Güney Amerika, İsviçre, Türkiye, Almanya ve İspanya’da da gösterime girdi. Film aynı zamanda Belçika ve İspanya’da en iyi yönetmen ödülüne layık görüldü..

Bu durumda uluslararası basın sizi çok işledi.

Evet, ismim sürekli geçiyor.

Filminizi yaparken özellikle dikkat ettiğiniz hususlar neler?

Ben bir film izlemeye gittiğimde, bende birşeyler olsun isterim, etkilesin beni. Duygulanmak, şaşırmak ya da gülmek isterim. Ancak birşey olmazsa; sıkılırsam, gülmezsem, duygulanmazsam o zaman kötü. Bir filmde birşeylerin olması gerekiyor. Ben bunları vermeye çalışıyorum. Benim filmlerimde insanlar düşünsün istiyorum. Bana; “Niye böyle oldu, neden şöyle yazdın“ şeklinde soruyorlar hep. Örneğin 180 Derece’de Alman kadın’ın kızı oluyor. Kadın açık açık ağlamıyor ama içten içe ağlıyor. Bana; “Alman anne niçin hiç ağlamıyor da Türk anne sürekli ağlıyor?“ şeklinde soruyorlar.. Bu durum kültür farklılığından kaynaklı. Ben bunları göstermek istiyorum işte.

Yönetmelerin genellikle kibirli olduğu söylenir. Sizde de kimi zaman kibir ortaya çıkıyor mu?

(Gülüyor)Yönetmenlerde kibir var ama ben öyle değilim. Çok yönetmen tanımıyorum zaten.

Film festivallerine de pek katılmıyorum, sadece aday olduğum zaman gidiyorum. Orada da hep aynı insanlar var, konuşmalar da hep aynı. Ben sadece yapmak ve göstermek istiyorum.

Nasıl bir ifade kullanılıyor sizin için?

İsviçreli- Türk yönetmen diyorlar.

Son olarak ileriye dönük hedefinizin ne olduğunu soralım size.

Roman yazmak… 50 yaşında başlamak, 60 yaşıma geldiğimde ise bitirmiş olmak.

 

AYDIN YILDIRIM/ZÜRICH

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı