Bülent Kaya

İslam ve Feminizm – Müslüman kadın olmak ve kadın haklarını savunmak çelişki mi?

Bulent Kaya, www.haberpodium.ch

Bülent Kaya

Siyaset Bilimci ve Araştırmacı

 

 

Bir cami düşünün ki imamı kadın, kapısı herkese açık. Sünni’sine, Şii’sine, Alevi’sine, Sofi’sine- eşcinsel dindarlara ibadet olanağı tanıyor. Kadınlar ve erkekler yan yana namaz kılıyor. Bir ibadethane düşünün ki ezanı bir kadın okusun, İslam’ın reform edilmesi tartışılsın ve dini metinlerin klasik yorumları eleştirilebilinsin.

Farklı nedenlerden dolayı birçok dindar veya laik için bu mümkün görünmeyebilir.

Almanya’da geçen yıl açılan İbn-i Rüşd – Goethe Camisi işte bütün bunları mümkün kılmayı hedefliyor[1]. Eğer İslam’da bugün böyle bir gelişme yaşanabiliyorsa bu biraz da kendilerini “Müslüman feministler” diye tanımlayan kadınların girişimleri sayesinde mümkün olmaktadır.

Dinsel feminizm mümkün müdür?

Bir hareket olarak tarihi çok eskilere dayansa da, İslamcı Feminizm olarak da adlandırılan “Müslüman Feminizm” deyimi ilk kez 1992 yılında Tahran’da Shahla Sherkat tarafından kurulan kadın dergisi Zanan‘da kullanılmış. Bu terimin Batı Avrupa toplumlarında kullanılması ise 2000 yılların başına denk gelmektedir.

“Müslüman Feminizm” kavramı kendilerini evrensel feministler diye adlandıran kesim tarafından cemaatçiliğe gönderme yaptığı iddiasıyla ciddi bir şekilde eleştiriliyor. Ayrıca batıda gelişen, evrenselliği öne çıkaran feminizm tarihsel olarak din karşıtı bir zeminde geliştiğinden dolayı, dinsel, yani dini motivelerden beslenen bir feminizmin olamayacağı fikri savunulur. Oysaki Protestan, hatta kısmi bir şekilde de de olsa Katolik değerler etrafında şekillenen bir dinsel feminizm örneği mevcuttur.

www.haberpodium.ch

Feminizmin dinle bağdaşmayacağı gibi bir fikirden hareketle İslam’la feminizm bağdaşmaz ya da “Müslüman feminizm” olamaz gibi bir düşünceyi bugün ileri sürmek gittikçe zorlaşıyor. Zira Avrupa’da, Amerika’da ve nüfusu ağırlıkla Müslümanlardan oluşan birçok ülkede, her ülkenin kendi ortamına uygun bir şekilde de olsa, irili ufaklı bir Müslüman feminizm gelişmekte olduğundan söz edebiliriz.

Müslüman gelenekli toplumlardaki genel egemen feminist eğilim toplumsal mücadele ve örgütlenmesini genellikle evrensel, laik bir feminist perspektif zemininde geliştirdi. Bunun yanında, henüz çok yavaş ama, dinsel bir perspektifi kendisine kalkış noktası yapan bir feminist hareket gelişiyor. İdeolojik sürtüşmelerle geçen bir ilk dönemden sonra bazı ülkelerde, bu iki feminist eğilim sınırlı da olsa kadınları ilgilendiren somut konular etrafında- göreceli bir yakınlaşma ve iş birliği içerisindeler.

Müslüman feministler neyi sorguluyorlar?

Kendini “Müslüman feminist” diye tanımlayan Müslüman kadınların feminist kalkış noktası şu; dini metinler şimdiye kadar genellikle cinsiyetçi bir bakış açısıyla erkekler tarafından yorumlandı. Bu yüzden bu yorumlar sorgulanmalı ve daha eşitlikçi bir mantıkla yeniden kadınlar tarafından yorumlanmalıdır. Müslüman feministler sadece erkekler tarafından yorumlanan ve cinsiyetçi, ataerkil ve patriarkal yaklaşımı içeren metinlerin değil, Kuran’ın temel prensiplerinin de günümüz ortamına göre yeniden yorumlanması gerektiği fikrini savunuyorlar.

Müslüman feministler, İslam dininin ataerkil patriarkal düzenin güçlü olduğu bir toplumsal ortamda doğduğunu, Kuran yorumlarda doğal olarak içinde doğduğu bu toplumu tanımladığını vurguluyorlar. Müslüman feministler, hatta birçok İslami reformist düşünüre göre, eşitlik fikri Kuran’ın en önemli mesajlarından biridir. Bu eşitlik fikrinin farklı toplumsal koşullarda farklı anlama gelse bile. İslam, kadınları ikincil konuma sokan yorum ve uygulamalardan arındırılarak özgürleştirilmelidir ve bu da yorumlama (ijtihâd) metodu yeniden kullanılarak kadınlar tarafından yapılmalıdır.

Bu feministlerin başında İslam’ı sonradan benimsemiş Amerikalı siyah Amina Wadud, Pakistan kökenli Asma Barlas, Faslı Asma Lamrabet, Iraklı kökenli ikinci kuşaktan Fransa’da yasayan Zahra Ali, Türkiyeli Defne Suman gibi akademisyenler gelmektedir.

Bu feminist dalga sadece akademisyenlerle sınırlı değil, birçok farklı ülkede, özellikle Batı Avrupa toplumlarında, pratik çalışmaları ile öne çıkan çok sayıda feminist aktivist bulmak mümkün; İbn-i Rüşd -Goethe Camisi’nin kurucularından Türkiyeli Seyran Ateş, Cezayir kökenli Belçika’da yasayan Fransız Malika Hamidi ve İsviçre’de yasayan Tunuslu Saïda Keller-Messahli gibi kadınları sayabiliriz. Ayrıca bu feminist hareket, ki birçok versiyonu mevcuttur, genellikle daha geniş bir reform hareketini kapsıyor ve Cezayirli Muhammet Arkoun, Suriyeli Muhammet Shahrour, Mısırlı Nas Abou Zeid gibi erkek düşünürleri de içinde barındırıyor.

İki somut örnek

Müslüman feministler çok eşlilik (poligami) olayını İslam’ın bir erkeğin dört kadınla evlenmesini bir hak olarak öngördüğü şeklinde algılanmasının tümüyle yanlış bir yoruma dayandığını ileri sürüyorlar. Diyorlar ki, tam tersi İslam dini o dönem ve o toplumsal koşullarda herhangi bir sınır koyulmadan yapılan (her erkek istediği kadar kadınla evelenebilir) çok eşliliğe bir sınırlamagetirmek için konulmuştur. Bu anlamıyla, çok eşliliği özendiren bir hak değil tam tersi sınırlayan bir mantık yatmaktadır bu dini kaynağın özünde. Bu anlamda kadınlar için bu metin, o dönemin koşulları dikkate alındığında kadınların lehine bir ilerleme olarak görülmelidir. Dolayısıyla bugünkü toplumsal koşullar açısından bakıldığında çok eşlilik olgusu, Müslüman feministlere göre, dini kaynaktaki sınırlamacı özünden hareket ederek tümden sınırlandırılmalı yani ortadan kaldırılmalı.

www.haberpodium.ch

Müslüman feministlerin çağın koşullarına göre yeniden değerlendirildiğinde başka bir yorumla karşılaşacağına verdikleri başka bir örnek ise mirasla ilgili. Kuran’a göre kadının mirastaki payı, aynı mevkideki erkeğin hissesinin yarısı kadardır. Müslüman feministler bu öngörünün o dönemin toplumsal koşulları çerçevesinde ele alınıp değerlendirilmesi gerektiğini ve bugünün koşullarında geçerli bir olgu olmadığını savunmaktadırlar. Böyle bir perspektifle yaklaşıldığında bu öngörünün aslında o ortamda kadının sosyal statüsünde devrim yaratan bir gelişme olduğunu görebileceğimizi işaret ediyorlar. O dönem Çin, Japon ve Roma hukukları ile cahiliye dönemi Arapları, kadını mirastan tamamen mahrum bırakmışlardı. Miras doğrudan doğruya erkek evlada kalırdı. Kız evladın, babasının malında hiçbir hakkı yoktu. Yahudilikte de kadın kocasına ve erkek kardeşi varsa babasına mirasçı olamazdı. Böyle bir ortamda, yani hiçbir uygarlığın ve ideolojinin ne öngördüğü ne de uyguladığı bir hakkı İslam’ın kadınlara tanımasıyla o dönemin koşullarında kadınlara hukuki haklar tanınmasının ilk adımı atılmış oldu, diye yorumluyorlar Müslüman feministler. Çağımızda ise kadın ve erkeğin miras karsısında eşit olması gerekiyor zira o dönemin koşullarında İslâm hukukunun erkeğe yüklediği malî yükümlülük ve aile içindeki mesuliyetinde ciddi bir değişiklik yaşanmıştır. Günümüzde kadınlar da erkeklerle aynı mesuliyeti paylaşmaktadırlar (iş hayıtında aldıkları rol, ekonomik bağımsızlık vb.).

Geleceğin yönü

Müslüman feministler, dini kaynak ve metinlerden çıkarılacak anlamın ancak onların oluşturulduğu ortam ve koşullar içeresinde yorumlanarak (ijtihâd) oluşturulmalıdır yaklaşımı yaygınlaşırsa İslam toplumlarında, özellikle İslam hukukunun farklı ölçeklerde uygulandığı bazı toplumlarda kadın-erkek eşitliği alanında ciddi gelişmeler yaşana bilinir. Eğer Müslüman feministlerin yaklaşımı bazı toplumlarda kabul görüp örneğin ekonomi vb. gibi daha farklı alanlarda da uygulanabilirse geniş bir toplumsal reform dalgası başlayabilir. Zira bu toplumlarda zaten evrensel feminist hareket belli bir süreden beri sesini ve mücadelesini kadın erkek eşitliği konusunda duyurmaya çalışmaktadır. Müslüman feministler bu ilkenin dilendirilmesi mücadelesine başka bir meşruluk ve iveme kazandırabilirler.

 

[1]Bu fikir pek de yeni bir fikir değil. Londra, Paris ve Amerika’daeşcinsel imamların açtıkları kapsayıcı camiler epey zamandan beri var.

 

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı