Gezi Rehberiisviçreİsviçre

Üç ülkenin birleştiği nokta Basel

İsviçre’nin üçüncü büyük şehri olan Basel, 170’000 nüfuslu bir şehir ve  ülkenin kuzey-batısında, İsviçre’nin Fransa ve Almanya ile birleştiği noktada yer alıyor.

Şehir, küçük gibi görünse de, aslında ekonomik açıdan çok güçlü. Şehrin bazı banliyö semtlerinin Almanya’da, bazılarının da Fransa’da olduğu bile söylenebilir. Örneğin Fransa’nın Saint-Louis kasabasından Basel’e tramvay ile, hatta yürüyerek gelebilirsiniz. Bu arada, unutmadan belirtelim, Fransızca konuşan İsviçreliler, Basel’ı “Bâle” (Bâl) diye adlandırıyorlar.

İsviçre’nin üçüncü büyük kenti Basel, aslında önemli bir liman şehri. Nehir taşımacılığının merkezi olan Basel, Ren nehri aracılığıyla Roterdam limanına bağlanıyor ve oradan da açık denizlere ulaşıyor.İsviçre dünyanın her denizinde dolaşan 38 gemilik bir ticaret filosuna da sahip.

M.Ö. 44 yılında, Basel’de bir Roma askerî karakolu kurulmuş. Daha sonra, 8. ve 16.yüzyıllar arasında şehir Piskoposluk merkezi olmuş. Zaman zaman, veba salgını, deprem ve yangınlar nedeniyle harabeye dönse de hep dirilmeyi başarmış.

17.yüzyılda ipek endüstrisiyle zenginleşen kentte, 19.yüzyılda kimyacılık gelişmeye başlamış. Bugün Basel dünya kimya ve ilâç sektörü için büyük önem taşıyan bir yer. Roche ve Novartis gibi ilâç devlerinin merkezleri  burada bulunuyor.

Kültür kenti

Ren nehri, Basel’i, birbirine köprülerle bağlı olan iki bölgeye ayırıyor. İki bölgeyi de birbirine bağlayan 5 köprü bulunmaktadır. Nehrin sol kıyısındaki bölge “Grossbasel” (Büyük Basel), sağ kıyısı ise “Kleinbasel” (Küçük Basel). Tam ortadaki Mittlere Brücke, şehrin en eski köprüsü; 1225 yılında yapılmış. Önceleri sadece şehrin iki yakasını birbirine bağlıyormuş ama, 14. yüzyıldan itibaren, uluslararası ticaret yapanların Ren nehrini aşmak için kullandıkları önemli bir güzergâh haline dönüşmüş. 1905 yılında ise, elektrikli tramvayların geçebilmesi için tümüyle yenilenmiş.

 

 

 

 

 

 

Küçük ve kendi halinde bir kent gibi görünen Basel, aslında Avrupa’nın pek az şehrinde rastlanan bir kültürel hareketliliğe sahip. Müzeleri, festivalleri, çok sayıdaki galerileri ve küçük tiyatrosuyla her geçen gün daha da ilgi çekiyor ve bazıları tarafından, “İsviçre’nin kültürel başkenti” olarak niteleniyor.

Gerçekten de, bir hazineden farksız olan Kunstmuseum, yani “Sanat müzesi” dünyanın en eskilerinden; 1661’de açılmış. İçinde, Rönesans’tan bugünlere kadar, dünyanın en ünlü ressamlarının eserlerinden örnekler görebilirsiniz. 40 kadar müzenin bulunduğu şehirde, geleneksel olanların yanında, bebek, kağıt, karikatür, mimari ya da ecza müzesi gibi değişik konuları anlatan müzeler de var. Özel koleksiyonlar ise göz kamaştırıyor.

Son 20 yılda açılan ve inanılmaz ilgi çeken, “Beyeler Vakfı”, “Jean Tinguely” ve “Schaulager” müzelerinin ünü çoktan sınırları aşmış durumda.Beyeler Vakfı, tablo ve heykel alım-satımı ile uğraşan Ernst Beyeler ve eşi Hildy tarafından 1982 yılında kurulmuş. Müzede, Vincent van Gogh’tan Andy Warhol’a ya da Claude Monet’den Pablo Picasso’ya kadar, 20.yüzyılın ünlü ressamlarının tabloları ile Afrika ve Okyanusya’dan toplanmış heykeller sergileniyor. Ayrıca, müzenin binası bile bir sanat eseri sayılıyor. Ünlü İtalyan mimar Renzo Piano tarafından 1997 yılında yapılmış.

Tinguely Müzesi ise, kinetik sanat ve Dada akımına özgü çalışmalarıyla tanınan Jean Tinguely’ye adanmış eserleri barındırıyor. Özellikle atık malzemelerle yapılmış, karmaşık gürültüler üreten makineleriyle müthiş etkileyici bir müze.

Fuarlar ve Karnaval

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Basel birçok uluslararası fuara da ev sahipliği yapıyor.

Çağdaş sanatın büyük isimlerini buluşturan Art Basel ile saat ve mücevher fuarı Baselworld dünyaca tanınan etkinlikler. Sonbahar fuarı ise, 1471’den beri devam ediyor. Her yıl yapılan Karnaval da şehrin heyecanla beklenen bir başka etkinliği; sokaklar üç gün boyunca çılgın bir renklilik yaşıyor. Bir de tenis dünyasının seçkinlerini buluşturan Swiss Indoors Basel turnuvası var. Bu arada, ünlü şampiyon tenisçi Roger Federer’in Basel’da doğup yetiştiğini de söylemeliyiz.

Ülkenin bu en eski üniversite şehrinde, 1460’ta kurulan Basel Üniversitesi’nde Rönesansın ünlü bilgini Erasmus, filozof Nietzsche ve psikiyatr Jung izler bırakmış. André Vésale de, modern insan anatomisinin temeli olarak görülen kitabı “De Humani Corporis Fabrica” yı 1543’te burada kaleme almış.

Sorunsuz trafiği, düzenliliği, sessizliği ile dikkat çeken bu yeşil şehirde keşfedilecek çok şey var. Basel, çağdaş mimarinin kalbinin attığı yer aynı zamanda. Dünyaca ünlü mimarların elinden çıkmış ultra modern binalar, ortaçağ yapılarıyla hoş bir zıtlık oluşturuyor.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eski şehir merkezinin daracık sokaklarında, antikacılar, mücevher tasarımcıları, küçük galeriler, göz alıcı butikler, cafe-restoranlar ve kitapçılar sıralanıyor.

Ana meydan Marktplatz, kırmızı kum taşından yapılmış çok süslü Belediye Sarayı ve gotik Münster Katedrali şehrin tarihi sembolleri. Muhteşem Ren manzaralı Münster Katedrali, Erasmus’un mezarını da barındırıyor. Geometrik motifleri, renkli çatı kiremitleri ve farklı uzunluktaki kuleleriyle hemen göze çarpan bir yapı.

Şehrin göbeğinde, Ren kıyısında bulunan “Les Trois Rois” (Üç Kral) Oteli ise Avrupa’nın en eskilerinden. Saraydan farksız görünümüyle, geçmişin asaletini yansıtıyor. Ağırladığı ünlüler arasında, Napolyon, Kraliçe Elizabeth II, Pablo Picasso ve Thomas Mann gibi isimler var.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı