Mehmet Meral

Avrupa’da göçmenlik ve mülteciler sorunu üzerine

Mehmet Meral

Mehmet Meral

lic. phil. Psychologe FSP

Systemischer Therapeut

mehmetmeral@gmx.ch

 

 

 

“Wir haben Arbeitskräfte gerufen, es kamen Menschen“ 

 (Biz işgücü çağırdık, insanlar geldi.) Max Frisch

 

İnsanlığın varoluşundan bu yana göçlerin varlığı, insanın daima göçmen olduğunun ispatıdır. Göç, kimileri için bir trajedi, kimileri için bir dram, kimileri içinse bir şansdır. Tarihsel sürece bakıldığında göçlerin en temel sebebi olarak şu etkenleri sıralayabiliriz;

a) Savaşlar

b) Açlık, kıtlık ve kuraklık

c) Ekonomik krizler

d) Bireysel arayışlar

e) Diğer sebepler

Her dönemde göçün en temel özelliklerinden biri ‚biz’ ve ‚ötekiler’ olgusu olarak karşımıza çıkmasıdır. Aidiyet olgusu, biraraya gelme, birlik olma ve kendini ötekinden ayırma gerçekliği üzerine kuruludur. Bireyin kendi iradesi dışında kendisine verilen kimlikler ‚biz’ aidiyeti üzerinden kendini güçlü hissetmesini sağlarken ve kendini konumlarken, daima ötekine de ihtiyaç duymaktadır. Öteki olmadan biz olmanın hiçbir işlevi de olmaz.

Günümüzdeki göç hareketlerinin en belirgin iki temel özelliği çıkıyor karşımıza; Afrika ülkelerindeki kıtlıkla beraber, ekonomik krizler, hızla büyüyen demografik hareketlilikler ve Ortadoğu’da bitmek tükenmek bilmeyen savaşlar.

Dünya genelinde, güneyden kuzeye doğru bir göç hareketliliği olduğu ve bunun en temel sebebinin de emperyalist-kapitalist ülkelerin büyüme adına dünya kaynaklarını pervarsızca tüketerek güney ülkelerini daha da yoksulluğa sürüklemeleridir.

Isvicre'ye göc- www.haberpodium.ch20. yüzyılın göç hareketinde göze çarpan en temel özelliklerden biri de, insanların dış göçe yönelmeden önce bir iç-göç (Binnenmigration) süreci yaşadıkları olgusudur. Bu iç.-göç tecrübesi, insanların dış-göç yönelimine sebep olmaktadır.

II. Dünya Savaşından sonra savaştan büyük bir yıkıntı içinde çıkan Batı Avrupa devletleri, özellikle de Almanya, yabancı iş gücüne talip olması, savaşta ölen erkeklerin yokluğu, yıkılmış bu ülkenin yapılanmasında ihtiyaç duyduğu bu işçi göçüne sebep oldu. Yükselen refahla beraber işçiler elde ettikleri kazançları kendi ülkelerinde yatırıma dönüştürürken, oradaki kendi insanlarını da dış göçe teşvik edip, yurt dışına gitmeyi daha cazip hale getirdiler.

Göçün en temel olgusu bir çoğunun “geri döneceğim” diyerek yola çıkması ve hiç dönememesidir. Sonra biletlerinin gidiş-dönüş değil de, tek yönlü kesilmiş olduğunu zamanla farkettiler.

Başlangıçta misafir işçi olarak görülen bu insanların hiç de misafir olmadıkları ve kalıcı olduklarının anlaşılması yerli toplumu huzursuz etmeye başladı. Bu sürece paralel AB sınır ülkelerde de yaşanan siyasi huzursuzluklar, askeri darbeler ve savaşlar, 80’li yıllardan sonra farklı bir göç dalgasınını oluşmasına sebep olup siyasi sığınmacılar ve savaş mültecileri olgusunu ortaya çıkardı. Özellikle Yugoslavya savaşı, ardından Kosova problemi ve şimdiler de kan gölüne dönmüş olan Ortadoğu’nun zorunlu mültecileri Avrupa kapılarını zorladı.

Ancak Ortadoğu’dan gelen bu yeni dalganın bir öncekinden farklılığı, geliş sebeplerinin daha çok zoraki olması ve gelenlerin uzun bir dönem kendi ülkelerine geri dönemeyecek ya da uzak kalacak olmaları idi.

Mültecilerle birlikte sağ partilerin yükselişe geçmesi

Burada göçün yarattığı psikolojik kaybın yanı sıra, aidiyat duygusunun yeniden organize edilmesi ve herkesin geldiği toplumda yerini bulabilmesi olgusu, asimilasyon ya da entegrasyon gibi kavramlarla politik konulara melzeme oldu.

Batı ülkelerinin sağcı partileri bu olguları siyasi malzeme yaparak seçmen sayını yükseltmeye başladı. Fransa da Le Pen, Avusturya da milliyetçi hareketler ve Almanya’da AfD (Almanya için Alternatif) denen sağcı kafatasçı örgütleri toplumu daha da geren söylemler üzerinden siyaset güderek toplumu kutuplaştırmaktadırlar.

Batı ülkelerinde tedbirlerin sertleşmesi- AB ülkelerinin çıkar ilişkileri

21. yüzyılda yaşanan göçün Batı ülkeleri için daha zorlu geçeceğini ve bu ülkelerin tedbirlerinin sertleştirmelerine, insan hakları ihlali boyutunda yaptırımlara kadar gitmelerine sebep oldu.

Mehmet Meral- Göc ve mülteciulik - www.haberpodium.ch

Kisa bir süre önce yapılan bir açıklamada Yunanistan; Türkiye’den gelen çoğunluğu Suriyeli olan mültecilere kötü muamele ettiğini, onları üstlerinde hiç bir şey kalmayacak şekilde soyduklarını, kadın, çocuk, yetişkin erkek olarak herkesin bir arada tuttuğunu kabul ederek, insani olmayan tutumlarıyla dünya basınına haber oldu.

İtalya ve Yunanistan Akdeniz ve Ege’de yaşanan insanlık dramına havlu atmış ve bu konunun çözümünü Brüksel’e havale etmiş durumda. Müslüman ülkelerde yükselen totaliter islam anlayışı kendisi gibi düşünmeyenleri, farklı düşünenleri yok etmekle tehdit ederken, bu coğrafyalara yapılan batılı müdahelelerin çoğunlukla bölge halkının ortak çıkarlarından ziyade, batının kendi çıkarları doğrultusunda şekil aldığını görmekteyiz. Özellikle de Fransa, Almanya ve İngiltere’nin bir çok konuda ortak hareket ettikleri bölgelerde, sorunların çözülmesinden ziyade daha da kronikleştiği bu tutuma ABD’nin tamamen destek içinde olması, oluşabilecek herhangi bir küresel krizde kimlerin hangi hatta yer aldığını anlamak artık zor değil.

Ne yapmalı?

Bu durumda mazlumların ve mağdurların yanında olacak bir politik tutumu sergilemek, devrimci-demokrat ve emekçi halkların daha bilinçli olmalarını gerektirmektedir. Göçe sebep olan bu çatışmalar ister inanç temelinde, ister etnik temelde, isterse de ekonomik temelde olsun, durulması gereken yer daima zalimin karşısında olmaktır. Göçmenler farklı etnik milli kimlikleriyle, farklı inançlarıyla ve farklı siyasi görüşleriyle bu zenginliği bir birliktelik olarak temsil eden en güzel resimdir. Göçmenlerin kendi aralarında ortak mağduriyet konularını tespit ederek, mağdur olanın kendisiyle hemhal olarak dayanışma tutumlarını daha güçlü ifade edecek paltformlar yaratmalıdırlar.

İsviçre’de durum

İsviçre’de bir süre önce yapılan ‘Einwanderungsinitiative’ %50,6 ile kabul gördü. Aslında bu sürece pek de olumsuz bakmamamız gerekir. Çünkü burada, bu ülkenin diğer yarısının ekmeğini göçmenle paylaşmak istediğini de görebiliriz.

İlginç olan şu aslında; bazı etnik kökenlilerin kendi ülkelerinde geçmişte yaşadıkları çatışmaları bu gibi referandumlara olumsuz taşımları idi. Alınan duyumlara göre mesela oy hakkına sahip Kosova Arnavutu kökenlilerin, AB’ye yeni girmiş olan Hırvatların İsviçre’ye girişlerini engellemek için ortak hareket ederek bu referandumda ‘evet’ oyu kullanmalarıydı. Bu ve buna benzer sorunlar ileride göçmenler arasında kaçınılmaz olarak yaşanacaktır. Ama bu meseleleri önemseyerek büyütmemize gerek kalmayacak, çünkü asıl mesel lokal alanda yaşanandan çok global alanda yaşanandadır.

Yerli toplum göçmenleri artık göçmen olarak değil bu ülkenin insanları olarak görmek zorundadır. Göçmenler bugün artık 4. nesile doğru yol almaktadırlar. Batı ülkelerinin ulusal milli takımlarında artık bu neslin çocukları başarıdan başarıya koşmaktadır. Parlamento’da artık isimleri farklı olan insanlar yer almaktadır. Katılımcılığın kaçınılmaz olduğunu, bu toplumun mimarı olmaya aday bu insanları dışlamanın artık hiç kimseye faydası olmadığını hakim olan yerli siyasi örgütler de artık görmek zorundalar. Göçmenler de, kendilerini ayrıştırmak yerine farklılıklarını vurgulayan yönleriyle beraber bu ülkenin ortak değerlerine sahip çıkarak, bu topluma katılarak etki yaratabililer. Bunun zamanı gelmiştir artık.

En iyi uyum, katılımcılığın olduğu ve sağlandığı koşullardır. Bu koşulları yerli kurumları sağlayacak, yerli olmayanları da zorlayacaktır. Başka türlü de gitmez zaten.

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı