Diziisviçreİsviçre

İsviçre’deki mülteciler geleceklerinden kaygılı

Birleşmiş Milletler'in tanımına göre mülteci, "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi"dir.

Mülteci tanımını gerçek yaşamdaki karşılığı göz önüne alınacak olursa, esas olan tanıma uyan kişilerin “sonrasıdır”. Yani ülkesine dönmek istemeyen ve dönemeyen mülteciler neler yaşıyor, onlara ne oluyor? Devletler, can güvenliği ve özgürlükleri için “yaşam hakkını” kullanan mültecilerin temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alma, eğitim ve sağlığa erişim hakları düzeltme vb. görevlerini yerine getiriyor mu?

HaberPodium olarak, İsviçre’de bedensel olduğu kadar zihinsel bütünlüklerinin korunması talebinde olan kimi mültecilerle görüşmeler yaptık ve onlara bazı sorular yönelttik. Çeşitli kantonlarda yaşayan mültecilerden edindiğimiz yanıtları derleyip sizlerle buluşturduk.

T.A.: “Türkiye’de üniversite eğitimi aldığım alanda eğitim almak istiyorum burada ancak beni mesleğe yönlendiriyorlar.“

iltica

T.A. Türkiye’de üniversite okurken, eğitim hakkı gasp edilerek bir süre cezaevinde kalan bir öğrenci. T.A. eğitimine burada devam etmek istiyor.

İltica başvurundan sonra talebin doğrultusunda neler yaptın ve ne gibi zorluklarla karşılaştın? Beklentilerin nelerdir?

“Basel’de yaşayan genç bir kadın mülteciyim. İki yılı aşkın süredir burada yaşıyorum. 50 numara olarak bilinen kampta kaldım, şimdi akrabalarımın yanında kalıyorum. Bildiğiniz üzere dünyanın her yerinde olduğu gibi İsviçre’de de mülteci hakları kısıtlanıyor. Gerek barınma gerek eğitim gerekse politik yani insan hakları konusunda birçok eksiklik yaşıyoruz. Sözde demokrat olduğunu söyleyen ancak aksi uygulamaları olan ülkeler gibi İsviçre’nin de aynı kategoride yer aldığını söyleyebiliriz. Yeni geldiğim süreçte ülkede elimden alınan eğitim hakkımı burada devam ettirmek için araştırmalar yaptım. Ve yasal olarak önümü kapatacak bir şey olmadığını düşündüm. Bu süreç içerisinde bir dil okuluna başladım ve hala devam etmekteyim.Türkiye’de Felsefe bölümü öğrencisi olduğum için bu alana yakın bir bölümde eğitimime devam edebiliyor olmam lazım. Bu talebimi dil okulunda eğitmenlik yapan ve sosyal asistanlarımız olarak bilinen sorumlularla paylaştım. Ama tüm çabalarıma rağmen onlar beni mesleğe yönlendirdiler. Dili yeteri kadar bilmemenin sorun olduğu benim boşuna çabalayacağım gibi ya da maddi destek sunulmayacağı gibi şeyler söylendi hep. Bu tabiki insanın motivasyonunu kırıyor. Çünkü alternatifsiz kalıyorsunuz. Anladığım kadarıyla bu statüde ilk okul öğrencisi muamelesi görüyorsun. Okumak maliyetli bir şey onlar için ve  yaşım 24 olmasına rağmen bunu benim için gerekli görmediler sanırım. Sürekli meslek eğitiminin faydaları üzerine konuşuluyor ama kendini sosyal ve bilimsel alanlarda geliştirebileceğin olanaklar yok. Meslek eğitimine başladım bu arada. Boyacılık ve marangozluk gibi meslekler üzerine eğitim gördüm. Ama üniversiteye gidebilmek için hala şansım var mı ya da yolu var mı emin değilim. Çünkü onlar hayır dedikçe elin kolun bağlanıyor. Eğer mülteciyseniz zaten bu kadarı yeter ne okuması der gibi yaklaşıyorlar.“

B.K.: “Kadın olmak başlı başına bir sürgünlüktür.“

İsviçre’de iltica

St. Gallen Kantonu’nun Amdendorf bölgesindeki bir mülteci kampında kalan B.K., toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin iltica gerekçesi olarak kabul edilmiş olmasına rağmen, İsviçre’de LGBTİ+’lara ve kadınlara dönük ayrımcılıklar oldugundan söz ediyor. Hemen her ülkede İstanbul sözleşmesi gibi karar verilen ancak uygulanmayan onlarca anlaşma ve yasa oldugunu söyleyen B.K., hem bir mülteci hem de bir kadın olarak bu durumu şöyle değerlendiriyor;

“Kadın olmak başlı başına bir sürgünlüktür. Dünyanın neresinde olursak olalım kadının yeri asırlardır ev ile sınırlandırılmış. Hayattaki tek görevi çocuk doğurmak ve ev işi yapmak olarak belirlenmiştir. Evde, sokakta, işyerlerinde hedef alınan, savaşların ilk mağdurları kadınlar ve çocuklar olmuştur. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin yanı sıra, başta savaş, ülkedeki toplumsal, hukuksal eşitsizlik ve beraberinde getirdiği süreçler olmak üzere kendi ülkelerinde hayatlarını sürdürülemez hale getiren nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalmışlardır. Ülkesini bırakmak zorunda kalan ve sınırları tek başına aşan  kadınlar bu sürecin taa en başında şiddete, tacize, zorbalığa maruz kalmışlardır. Gerek yollarda gerek mülteci kamplarında. Ülkemizden çıkıp  dilin, kültürün farklı olduğu bu coğrafyalarda da, biz kadınlar için yaşamın yeniden inşasında bu sorunlar katlanarak devam etmektedir. Birçok kadın ve kız çocuğu günlük hayatta cinsel istismara ve zorbalığa uğramakta, mülteci olmanın  savaştan zulümden kaçmış olmanın suistimaline dayalı olarak fiziksel ve psikolojik  şiddet türüyle karşı karşıya kalmaktadır. Bunun yanı sıra kadının dünyanın her yerinde  erkek egemenliği ile de birleşince bir öznelliğinin olmayışı, ‘ kadın mülteci’ olmanın kadınlara bir öznellik atfetmeyişi ile kadınlar yaşamlarını minimal ölçüde eve bağlı, çalışıyorsa toplumsal kadın rolünün kadına biçtiği iş alanlarında da ( temizlik, restaurant) sürdürmeye çalışmaktadır. Bu konuda sadece toplumsal kadın rolü değil kapitalizmin de bu çarktaki etkisini göz ardı etmemek gerekir. Mülteci kadınların statüsüzlük ve yoksulluktan kaynaklı güvencesizlikleri ile  başladıkları iş yerlerin de  cinsel ve ekonomik  şiddete maruz kalmaktadırlar. Özellikle mülteci kadınlar dil bilmedikleri için ya da  az bildikleri için kalifiye vasıfsız eleman gözüyle görülüp  emek sömürüsüne maruz kalmaktadırlar. Bunların yanı sıra biseksüel, lezbiyen ve trans kadınlara baktığımızda ise kendi ülkelerinde homofobiyle ve zorbalıkla karşı karşıya kaldığı yada sadece LGBTİ olduğu için kendisinin iş, yaşam standartlarının kısıtlandığı hatta yok edildiği, seks işçiliğine zorlandığı için kaçmış ve sığınmış olduğu ülkelerde de aynı şekilde  hem homofobik hemde ırksal zulümle baş başa bırakılmışlardır. Genel anlamda  tüm kadınlara özelinde mülteci kadınlara  yönelik cinsel, psikolojik, ekonomik her türlü şiddetin önlenmesi için  toplumsal ve devlet düzeyinde alınacak kararlar ve bu kararların yaşama geçirilmesi gerekiyor.“

M.Z.: “Kampta Korona’ya yakalandım. Risk grubunda olmama rağmen ilgilenmediler benimle.“

mülteci

M.Z. Lyss-Biel bölgesinde kalan bir mülteci. Kaldigi kampta Korona virüsüne yakalanan M.Z.’ye bu zorlu süreci sorduk;

Tüm dünyayı etkisi altına alan Korona virüsüne karşı en güvencesiz ve savunmasız kesimler mülteciler oldu. Sen Korona virüsünü atlattın ve zor bir süreç geçirdin. Bize biraz bu sürecin nasıl geliştiğinden bahsedebilir misin? Neler yaşadın?

Bern’de uygulamaya konan sıkı yönetim dediğimiz sisteme geçtikten yaklaşık bir ay sonra, biz kampta bulunan 5 kişiye ev çıktı. Daha öncesinden zaten talep etmiştik. Uzun bir süredir de bekliyorduk. Çok ücra bir yerde ama kampta kalmaktansa eve geçmeyi tercih ettik. Eve geçtiğimiz ilk gün bende belirtiler kendini gösterdi. Yüksek ateş, baş ağrısı. Sabah hemen  hastaneye gittim. Hastanede beklediğimi aksine iyi muamele gördüm ama şikayetim dönük bir şey yapılmadı. Test yapılmadı ya da herhangi bir tedavi uygulanmadı. Açıkçası test yapılmadığı için hala Korona mıydı başka bir şey miydi bilmiyorum. Çok ısrar etmeme rağmen test yapmadılar. Gerekçe ise hastanelerde yer olmaması.Yani eğer pozitif çıkarsam yatmak zorunda kalacaktım. En iyisi test yapmayıp Korona olmadığıma inanmak gibi bir şey bu. Benim dışımda tanıdığım bir sürü insan vardı hastaneye giden, onlara da test yapılmadı. Doktor muayene ederken boğazında vs. bulgular var, ateşin yüksek dedi. Eve git odandan çıkma, karantinaya al kendini dedi. Yani o zaman doktorlara da söyledim bronşitim var ve risk grubundayım diye. Ona rağmen sadece boğaz pastili ve ağrı kesici verip yolladı. Asıl endişe duyduğum şey evde kalan başka arkadaşların da olması. Ben hemem sosyaldeki danışmanımı aradım ve durumu anlattım. O da aynı şeyi söyledi bana odandan çıkma dedi. Yani tabi çok fazla beklenti içerisinde değildim, sistemden bir şey beklememek gerektiğini de biliyorum. Ama böylesi ciddi bir virüse yakalanmışken benim için ve beraber kaldığım insanlar için herhangi bir önlem alınmaması insanların aklıyla alay etmektir. Aynı evi paylaştığım arkadaşlardan birinin kronik hastalığı var. Ben de son derece hassas davrandım. Hiç odamdan çıkmadım ve onlara bulaştırmadığım için çok mutluyum. O dönem bizimle ilgilenen firmanın adı ABR’ydi. Ve başka bir firmaya devretti. O dönem onların da son dönemleri olduğu için bir şey talep ettiğimizde herhangi bir şey yapamayacaklarını söylüyorlardı. Sonra Rote Kreuz (Kızıl Haç) olarak bilinem firma devraldı. Ama onlarda aynı şekilde yaklaşıyorlar. Hatta şöyle söyleyeyim görüşme olanağımız bile yok onlarla. Telefonlara vs. cevap vermiyorlar. Bilginiz var mı bilmiyorum ama Rote Kreuz şu an Biel ‘de N kimliklilerin tüm haklarını dondurdu. Biz de yardım kuruluşlarına başvurmayı deniyoruz. Normal durumlarda bile büyük sıkıntılar yaşıyoruz. Söz konusu sağlık olunca hele. Neyse konumuza dönecek olursak, hastalık süresince ilk iki hafta çok sıkıntı yaşadım bronşitten kaynaklı. Havalelerde sık sık oluyordu. Hastaneden ya da sosyal firmasından arayan soran hiç kimse olmadı. Sadece evdeki arkadaşlar ve çevremizde bulunan tanıdıklar destek verdiler. Odama kimse giremiyordu ama sağolsunlar arkadaşlarım hep yanımda oldular. Tam kırk gün o odada kaldım. Atlattıktan sonra tekrar sosyaldekilerle irtibata geçmeye çalıştım ama yine ulaşamadım. Başıma bir şey gelmiş olsa hala da haberleri olmayacak bundan. Aslında ben kendimi şanslı sayıyorum. Evde kalıyordum ve bana destek olan arkadaşlarım vardı. Ama kamplarda kalan onlarca insan var hala. Ben bu virüsü kampta kaptım ve orada o şartlarda atlatmaya çalışmak çok daha zor olacaktı. Hijyen konusunda zaten çok kötü. Bu durumda bile kendimi şanslı hissediyorsam kampların durumunu siz düşünün. Demokrasi, insan hakları deniyor ama bunlar sadece kendi insanları için. Bizi hiç umursadıklarını düşünmüyorum. İnsan hakları adına hiçbir şey yok yani öyle diyim. Benim sürecim özet olarak böyleydi.

Z.Y.:İsviçre’nin bugünkü göçmen politikasına baktığımda geleceğimin aslında burda da tehlike altında olduğunu görmek huzursuzluk veriyor.“

mülteci

Langnau-Gattikon bölgesinde kalan Z.Y. uzun bir süre oturum almak için bekleyen ve kısa bir süre önce oturum izni alan bir mülteci.

Mülteciler çoğunlukla bekleme süreçlerinin uzunluğundan yakınıyorlar. Sen oturum iznini sonunda aldın. Neler değişti hayatında? Bundan sonra seni ne bekliyor sence?

30 yaşında Türkiye’den İsviçre’ye iltica etmiş bir Kürdüm. Kısa süre önce iltica işlemim sonuçlandı ve oturum aldım. Size kısaca oturum aldıktan sonraki süreçten bahsedeyim. İltica ettikten sonra oturum almak genel hedef olsa da oturum aldıktan sonraki süreçte öncekinden pek de farklı olmuyor aslında. Aynı süreç farklı biçimde işlemeye devam ediyor. Krankkassenizi, dil kursunuzu, yaşamak istediğiniz kantonu vb. pek çok şeyi seçme hakkınız genel olarak yok. En kötüsünden bir eve çıkıp kendi düzeninizi kurmak isterseniz bu konuda size yardımcı olacaklarını beklemeyin. Sosyalden geçinen, dil bilmeyen bir göçmen olarak ev bulma şansınız en alt düzeyde. Bilindiği üzere İsviçre’de her bölgede kendine özgü kurallar geçerli. Bundan benim payıma düşen de şu oldu; normalde ev kirası için ayrı bütçe aylık diğer harcamalar için ayrı bütçe verilirken, ben şu anda hâlâ kampta olduğum için aylık harcamalarım için verilen bütçeden kira vermek zorundayım. Böylelikle aldığım para oturum almadan önceki miktarla hemen hemen aynı. Oturum almam ile pratik olarak değişen şeylerden biri cüzdanımda B kimlik, diğeri ise düzenli gidebildiğim bir kurs olması. Ki ikincisi önceden de bir şekilde yapabildiğim bir şeydi. Bir düzen kurabilmek için en önemli adım insani koşullarda bir eve geçmek. Ama bir yabancı olarak ev bulmak çok güç. Her kapı suratınıza kapanıyor. Yolun başından bir ev bulmanın dahi bu denli zorlu olduğu bir ülkede diğer zorluklar ile nasıl mücadele edilir bilmiyorum. İsviçre’nin bugünkü göçmen politikasına baktığımda geleceğimin aslında burda da tehlike altında olduğunu görmek huzursuzluk veriyor. Eğer kısa sürede dil öğrenerek, buradaki sosyal ve siyasal yaşamın içerisinde güçlü bir duruş sergileyemezse insan, tıpkı şimdi C oturumluların hakları kimlikleri nasıl ellerinden alınıyor ve buna karşı duramıyorlarsa ileride bizim başımıza gelecek olan da bundan farklı olmayacak.

 

Hazırlayan: Rojda Göçmen

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı