İsviçreisviçreKültür-Sanat

Abdullah Dur ile Kurt Ali romanı üzerine

1964 Giresun doğumlu olan Abdullah Dur, 1988 yılından bu yana İsviçre’de yaşıyor.

Türkiye’deki yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra İsviçre’ye gelen Dur, şu an St. Gallen’de bir sağlık kuruluşunda yönetici olarak çalışıyor.

Abdullah Dur’un bir süre önce Kurt Ali isimli kitabı yayınlandı. “Der Pascha aus Urnäsch“ ismi ile Almancaya da çevrilen bu kitap İsviçre basınında geniş yer bulurken, İsviçreli okuyucular tarafından yoğun bir ilgi de gördü.

Romanın konusu

isvicre haberleri, isvicre gündemi, kurt ali, abdullah dur, www.haberpodium.ch

Kahramanı Ueli Kurt isimli İsviçreli bir marangoz olan roman, 1800’lü yılların başında Säntis dağının eteğindeki Urnäsch kasabasında başlıyor. Urnäsch’in sosyal, coğrafik ve kültürel dokusunun işlendiği romanın ilk bölümlerinde, o dönemde yaşayan İsviçreli köylülerin ağır yaşam koşulları anlatılıyor.

Küçük yaşta yaptığı bir evlilik, özürlü doğan ilk çocuk, ağırlaşan ekonomik yaşam koşulları ve mutsuz bir hayat…

Yirmili yaşlarındaki Ueli Kurt, bir grup Appenzellerli kalifiye işçi ile birlikte çalışmak için Fransa’ya gönderilir. İyi bir marangoz olduğundan, gittiği her yerde avantajlara sahiptir. Bu vesile ile Fransa’da Chambord sarayında marangoz olarak çalışmaya başlar. Bir süre sonra karşılaştığı şanssızlıklar nedeniyle oradan kaçmak zorunda kalır ve Marsilya’ya gelir. Burada bir gemide iş bulur ve bundan sonra Rusya macerası başlar. Gemi Rusya dönüşü Karadeniz açıklarında batar. Ueli Kurt kendisini bir anda Karadeniz’de güzel bir sahil kasabası olan Tirebolu’da bulur. Kıyı kenarından onu bulan yerli halk onu kurtarır ve sahiplenir. Artık paşa konağının bir üyesidir ve ismi de Kurt Ali’dir.

1853 yılındaki Kırım savaşının başlama dönemidir. Osmanlı halkı savaşlardan ve yoksulluktan bezmiş, askere gidecek gençleri bile bulmakta zorlanmaktadır. Bu dönemde memleketi olan Urnäsch’e dönmeye karar veren Ueli, hiç ummadığı bir anda kendini bir aşkın içinde bulur ve geri dönmekten vazgeçer. Çok uzun zaman sonra Ueli Kurt’un tuttuğu günlükler, atalarının geçmişi hakkında pek de bilgi sahibi olmayan torunu tarafından tesadüf eseri bulunur.

Kitabın sade anlatım dili ve olayların örgüsü okuyucuyu adeta içine çekiyor. 1800’lü yılların İsviçre dağ köylerini ve yaşam tarzını merak edenler bu kitaptan yararlanabilirler.

Kitapla ilgili olarak yazar Abdullah Dur ile görüştük;

İlk olarak size İsviçre’ye gelişinizin nasıl olduğunu soralım?

Ergenlik dönemimden sonraydı buraya gelmem. Bizim dışımızda olan her şeyin kötü olduğu öğretildiği bir toplumda yaşıyordum. Bunun gerçekten böyle olup olmadığını kendi gözlerimle görmek istiyordum. Özgürdüm. Sırtımda taşıdığım hatıralarım,kafamı kurcalayan hayallerim, maceralara açık düşlerimin peşine düştüm…

Edebiyata olan ilginiz nasıl gelişti?

Kitaplara olan merakım on yaşlarımda başladı. “Ne bulduysam okudum“ deriz ya. Doğru bu. Okumayı çok seviyorum. Çok okudum. Anlamadığım kitapları da okudum.Eskiden öyleydi. Okudum demek için kitap okurduk. Politik olan kitapları hiç anlamadan okurdum. Onları anlamadığımı şimdi söyleyebiliyorum. Eskiden bunu söyleyemezdik .Okumak istediğimiz kitapları kendi seçme hakkımız pek yoktu. Zaten kitaplar çivilere asmak ve korkmak içindi…

Kitabınızda genelde Avrupa’nın, özelde ise İsviçre’nin, Fransa’nın ve Osmanlı’nın o dönemdeki sosyal ve ekonomik koşullarını, o dönemin ruh hallerini de yansıtıyorsunuz… Kurt Ali kitabının ortaya çıkışı nasıl oldu? Sizi bu kitabı yazmaya teşvik eden etmenler nelerdi?

isvicre haberleri, isvicre gündemi, kurt ali, abdullah dur, www.haberpodium.chÖncelikle herkesin anlayabileceği bir kitap yazmak istiyordum. Dünyanın neresinde olursak olalım,hikayelerimiz hemen hemen aynı… Nerede doğup büyüdüğünüz,hangi dine ilgi duyduğunuz hiç de önemli değil… Bunun yanında bazı ülkelerin çok ortak yönleri var. Aralarındaki mesafe dört bin kilometre de olsa, yaşadıkları dönemde tek ulaşım yaya veya atla da olsa… Karadeniz‘de ve Alp dağlarının eteğinde, süt sağmak için aynı tahta eşyalar kullanılmış. İnsanların arkasından sürüklendiği değerler hemen hemen aynı…

İçerik olarak olay örgüsü detaylara dayalı bir kitap. İsviçre’nin bir dağ köyüne ait, 1800’lü yıllarının sosyal yaşamını yansıtan bu kadar detayı nasıl toparladınız?

 Okumaya bağlı olarak bir tarih merakı var bende. Bir de olayların geçtiği yerlere dokunarak yaşama şansına sahibim. Tabi ki sanatın özgürlüğü burada. Jules Verne doksan günde kainatı dolaşmadı. Yazar ne kadar mekana dokunsa da sonunda kendi istediği gibi anlatıp yazıyor.

Bu kitabı yazmanız ne kadar sürdü?

Üç buçuk dört yıl kadar sürdü. Tabi başkaları bu tür kitapları çok daha hızlı yazabiliyor.

Kitabınıza yönelik ne tür tepkiler aldınız?

Harika tepkiler aldım. Önce Türkiye’den; “Yirmi yıldır kitap okuyorum, ilk defa bir kitabı başından sonuna kadar anladım.“ diyenler oldu. Bu benim için çok etkileyici. Tabi, bu kitap Hıristiyanlığın reklamını yapıyor diyenler de oldu.

Kitapta kimi olaylar oldukça detaylı verilirken, kimi yerleri ise hızlıca geçiliyor. Örneğin Marsilya’dan yola çıkıp İstanbul üzerinden Rusya’ya gidiyor gemi. O dönem İstanbul’una ve yaşamına hiç değinmiyorsunuz. Burada bir eksiklik hissetmediniz mi?

Bu kitap İstanbul’u anlatmıyor. Hikayenin İstanbul‘da kaybolmasından korktum doğrusu. Çünkü İstanbul eskiden beri çekim merkezi olan bir yer. İçine aldığı hiçbir şeyi kolayca bırakmıyor. Belki bundan korktum. Bu bir eksiklik midir? Onu hiç düşünmedim. Güzel bir soru.

Kitabınız “Der Pascha aus Urnäsch“ ismi ile Almanca’ya da çevrildi. Bu çeviri süreci nasıl gelişti? İsviçrelilerin kitabınıza olan ilgileri nasıl oldu?

Biliyorsunuz, bu kitabı Türkçe yazdım. Önce Cinius Yayınları tarafından yayınlandı. Daha sonra Appenzeller Yayınevi‘ne kitabın otuz sayfalık çevirisini gösterdim. Tamamını görmek istediler.

Bu yayınevi Orhan Pamuk’un kitaplarını da çeviriyor. Yayınevinin sahibi Marcel Steiner kitabı üç günde okumuş. Okuduktan sonra da bana bir mail yazdı ve; “Kitabınızı okudum. Harika bir kitap. Kısa zamanda gelin görüşelim“ dedi. Tabi bu benim için müthiş bir şeydi.

Kitaba İsviçrelilerin tepkileri nasıl oldu?

Çok kısa zamanda çevremdeki İsviçrelilerden çok güzel tepkiler aldım. Kitap daha iki haftalıkken Tagblatt gazetesinin kültür sayfaları muhabiri Martin Preisser benimle bir röportaj yaptı. Romanı okuduğunu ve çok beğendiğini belirtti. Güzel ve etkileyici bir yazıydı. Sonrasında başka gazetelerde de kitapla ilgili yazılar çıktı.  Sonuç olarak “Der Pascha aus Urnäsch“, St.Gallen’de ve bazı şehirlerdeki Orell Fussli kitapçılarında en çok satılanlar rafında yerini aldı. Bu benim için güzel bir başarı.

Kitapta, bir taraftan Säntis dağı eteklerinde ağır doğa koşulları ve yoksullukla mücadele eden insanlar, diğer taraftan da Marsilya ve Tirebolu özelinde, Fransa ve Osmanlı’da savaş koşullarının insanlar üzerine yarattığı tahribatlar ele alınıyor. Kurt Ali’yi, nereye giderse gitsin, yaşamda tutan şey biraz da dedesinden öğrendiği mesleği ve bu mesleğine olan aşkı diyebilir miyiz?

İsviçre yüz yıl önce çok fakirdi. Hele dağ köyleri; sadece arpa ve patates yiyebiliyordu bu insanlar… Peki nasıl oldu da bu aç insanlar ta o zamanlar evlerini birer sanat eseri gibi yapıp, mimarileri harika olan şehirler kurabildiler?  Hünerleriyle, becerileriyle tabi. Türkiye’nin neresinden gelirseniz gelin hiç önemli değil, bu özenle kurulmuş ve korunmuş kaç kasaba ya da şehir biliyorsunuz? Bizde sanata ve bilime hiç önem verilmedi ne yazık ki. Hala da öyle. Biz, hep büyük Osmanlı deriz. Fakat halk hep fakir kalmış. Bugün bile; “Başımız sağ olsun“, “Padişahım çok yaşa“ deyip işin içinden çıkmaya çalışırız.

isvicre haberleri, isvicre gündemi, kurt ali, abdullah dur, www.haberpodium.ch

İç dünyasında sorunlarla boğuşurken her koşulda üstesinden gelebilmek için çaba saf ediyor Ueli. Olumsuzluklara rağmen geçmişiyle bağını koparmıyor hiç. Adeta geçmişiyle yaşıyor.Ona güç ve yön veren biraz da bu. Göçmenlik biraz da böyle galiba. Hep güçlü olmayı mı gerektirir göçmenlik?

Göçmenlik güç ve cesaret gerektirir. Arkamızdaki kamburumuzdur göçmenlik. Çok iyi bir okuyucu olduğunuz belli. Bu sorunuzda cevabı da açık ve net bir şekilde açıklamışsınız. Çok doğru bir tespit.

Ueli Kurt’a kucak açan ve onu “Kurt Ali” olarak kabul edip içine alan kültür… İsviçre’de böylesi bir durum mümkün olabilir mi sizce?

İnsan her yerde insan. Dünyada gezip tozduğunuz ülkeleri göz önüne getirin. Fakir insanlar çok daha misafirperver oluyorlar. Karınları doydukça daha aç oluyor insanlar. Gidin Türkiye‘nin güneydoğusuna, dilinizi bile anlamayan Kürt köylüleri sizi evlerine alıp karnınızı doyurur, yatağını verir size. Karadeniz‘in herhangi bir köyünde de böyledir bu. İstanbul’da, boğazda hiçbir evin sofrasına oturma şansınız yoktur. Bahçesine bile giremezsiniz. Şimdi cevabı size bırakıyorum.

Son olarak…Bundan sonraki hedefleriniz neler? Yeni çalışmalarınız olacak mı?

Artık hedef çok. Çok güzel aşklar,derin hikayeler var hedefte. Bu hikayelerin içinde, “memleketimden güzel insan manzaralarını“ hayal ediyorum. Şiddetten değil de sevgiden beslenen, bilimin ve sanatın peşine düşen bir ülkenin vatandaşı olmanın hayali bu.

 

Röportaj: Aydın Yıldırım

Fotoğraflar: Cihan Yılmaz

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı