Diziisviçreİsviçre

71 yıl İsviçre; Ergun Karamuk

İnşaat Yüksek Mühendisi olan Ergun Karamuk 1951 yılından bu yana İsviçre’de yaşıyor. Henüz 14 yaşındayken ailesi ile birlikte İsviçre’ye gelen Karamuk, o döneme tanıklık eden ender isimlerden birisi.

50’li yıllara dair hatıralarını dün gibi aktaran Karamuk, yaşının ilerlemesine rağmen hala canlı bir hafızaya sahip.

ETH (Eidgenössische Technische Hochschule- Federal Teknik Yüksekokulu) İnşaat Mühendisliği Bölümü mezunu olan Karamuk, İsviçre’de önemli çalışmalara imza atıyor. İnşaat Yüksek Mühendisi olan Ergun Karamuk’un uzmanlık alanı köprü ve çelik yapılar.

Ergun Karamuk ile 71 yıl öncesinden bugüne dek süren yaşamını ve İsviçre’ye dair izlenimlerini konuştuk. İsviçre’ye gelişini “Özel durum“ olarak nitelendiren Karamuk hikayesini anlatmaya şöyle başlıyor;

“Babam Milli Eğitim Bakanlığı’nda müfettişti. 1951 yılında Bern’e Öğrenci Müfettişi ve Kültür Ataşesi olarak atandı ve biz bütün aile İsviçre’ye geldik. O sıralar öğrenci müfettişinin fonksiyonu farklıydı. Harp esnasında Almanya, Avusturya ve İtalya’da okuyan bütün Türk öğrenciler İsviçre’ye geldiğinden, bu memleketlerdeki öğrenciler hala Bern’e bağlıydılar. Örneğin bir askerlik durumu söz konusu ise buradan halledilmesi gerekiyordu. Biri kız olmak üzere 3 kardeştik biz. Gelmeden önce benim ve kardeşimin kafasında “İsviçre’ye gidip Fransızca öğreneceğiz“ düşüncesi vardı. O zamanlar Türkiye’den buraya gelenler genelde Fransız bölgelerine geldikleri için kafamızda böyle bir izlenim oluşmuştu. Bern’e geldik ki millet Almanca konuşuyor. Şaşırdık tabii. Kardeşimle birlikte Bern Lisesi’ne devam ettik. Dil konusunda sıkıntılar oldu bir dönem. 2 sene boyunca Almanca öğrenmek için yoğun bir çaba harcadık. Canımız çıktı. Bu 2 yılın sonunda İsviçreli arkadaşlarımızın seviyesine yetiştik. 4 yıl sonra da liseyi bitirip, Zürich’te bulunan ETH’ya geldik.“

Ergun Karamuk

İsviçre’ye ilk geldiğiniz zamanlara dair izlenimlerinizi paylaşabilir misiniz?

1945’te biten 2. Dünya savaşının etkisi hala mevcuttu. O zamanlar buraya gelen Türkiye vatandaşlarından vize istenmiyordu. Vizesiz her yeri dolaşabiliyorduk. Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, her meslekte kalifiye eleman yetiştirmek için; Sümerbank, Devlet Demir Yolları, Makina Kimya Endüstrisi, Etibank gibi kurumlar buraya burslu öğrenci gönderirlerdi. Buna Türkiye o zamanlar çok dikkat ederdi. Eğitimli kadro yetiştirmek önemli bir politikaydı. Burada okuyanlar o zamanın parası ile 300-400 frank burs ücreti alıyorlardı. Bu para o zamanlar İsviçre’de çok büyük bir meblaydı. Türk parası o zamanlar çok kıymetliydi. Türkiye’den gelen 1 liranın buradaki karşılığı 3 frank civarındaydı.

Bu öğrenciler buraya gelene kadar çeşitli sınavlardan geçerlerdi ve elenirlerdi. Gelenlerin hemen hepsi de fevkalade iyi, çok zeki insanlardı. Okulunu bitirenler geri döndüler ve çok iyi yerlere geldiler. Bursu veren kurumlar, bu öğrencileri burs ücretleri karşılığında belli bir süre bünyelerinde çalıştırıyorlardı. Bazen firmalar bunların devlete olan borçlarını öder, bu başarılı öğrencileri kendi bünyelerine alırlardı. Burslu öğrenciler dışında buraya üniversite okumak için gelmek o kadar da kolay değildi. Maddi durumu iyi olan insanlar öğrenci dövizi alıp kendi çocuklarını okuturlardı burada. O zamanlar döviz alıp dışarı çıkmak herkes için mümkün değildi. Türkiye’de o dönemler üzerinizde 1 dolar ya da 1 frankla yakalansanız hapse girerdiniz.

Bir de o sıra İsviçre’de yabancı denilince akla bir tek İtalyanlar gelirdi. İnşaatlarda ve fabrikalarda bir tek onlar vardı. İtalyanların dışında yabacı işçi yoktu buralarda.

1960 yılında ETH’dan İnşaat Mühendisi olarak mezun olan Karamuk, mezuniyetinin ardından hemen çalışmaya başlıyor.

“O sıra çok iş vardı burada. Her önüne geleni alıyordu İsviçre. Biz çalışmak istediğimiz yeri kendimiz seçiyorduk genelde. Her alanda çalışacak elemana ihtiyaç çoktu. Hiç unutmam, ay sonu geldi mi herkes şefe gider parasını sarı bir zarf içinde elden alırdı.

Ergun Karamuk

1964 yılında Basler&Hofmann isimli yeni kurulmuş bir firmaya girdim. Winterthur çevresindeki otoban üzerindeki köprü projelerini yapıyorduk burada. Uzun seneler bu firmanın yönetim kurulu üyesiydim. Benimle birlikte büyüyen ve kendi alanında İsviçre’nin en büyük firmalarından birine dönüşen Basler&Hofmann’da, 2000 yılında emekli olana kadar 36 yıl çalıştım.“

1968 – 1970 yılları arasında Türkiye’de kalan Ergun Karamuk Türkiye’de bazı eğitim kurumlarında dersler de veriyor. Türkiye ve İsviçre’nin eğitim sistemlerini karşılaştırma olanağı bulan Karamuk iki ülke arasındaki farkı şöyle anlatıyor;

“Türkiye’de olduğum sürede bazı projeler yaptım ve inşaaat mühendisliğinin orada nasıl yürüdüğünü öğrendim. Pratik ile üniversiteler arasında çok kopukluk vardı. Hala da öyle maalesef. Burada öyle değil. Üniversite her konuda pratikteki firmalar ile işbirliği içindedir.“

Türkiye’de kalmadınız ve bir süre sonra tekrar İsviçre’ye geri döndünüz?

Kardeşim de benim gibi inşaat mühendisliği okudu ETH’da ve burada bir süre çalıştıktan sonra Türkiye’ye geri döndü o. Aslında ikimizin düşüncesi İstanbul Teknik Üniversitesi ya da Karadeniz Teknik Üniversitesi gibi bir üniversitede hoca olmaktı. Bunun için doktoramı bile tamamladım burada. Ancak Türkiye’de mesleki bakımdan tatmin olamayacağımı anladım ve bu düşünce ile tekrar döndüm İsviçre’ye. Para kazanma asıl hedefim olmadı hiç. Yoksa müteahhit olur kalırdım ve çok da kazanırdım.

Türkiye’deki mühendislik çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de mühendis denince akla daha çok müteahhit geliyor. Benim yaptığım müşavir mühendislik, yani proje üretmek. Bu konuda Türkiye hala çok gerilerde. Bizim bütün önemli yapılarımızın ve köprülerimizin projelerini hep yabancılar yapar. Mesela 1. Boğaz Köprüsü…Bir İngiliz firması yaptı bu projeyi. Çünkü o güne kadar Türkiye’de yapılmamış birşeydi ve özel bir bilgi ve deneyim gerektiriyordu. O da İngilizlerde vardı. 2. köprünün projesini de aynı firma yaptı. İnşaatta İtalyan ve Japon firmaları yanında Türk şirketleri de müteahhit olarak yer aldılar. Fakat projede değil. Türkiye’de yapılan bu büyük projeler, ne yazık ki Türk mühendisliğine hiç birşey kazandırmadı. Bakın 3. köprünün projesini de Cenevre’den bir mühendislik firmasına yaptırdılar. Neden biz yapmıyoruz bunu? Çünkü Türkiye’de müşavir mühendislik anlayışı gelişmiş değil. Muazzam kayıplar oluyor bu yüzden. Ne yazık ki halkımız durumun farkında değil. Depremde yapıların hemen hepsi doğru bir proje olmadığından yıkılıyor. Bunu 17 Ağustos depreminde gördük.

1970’ lerde tüm dünyada petrol krizi patlak veriyor. İsviçre’de de “Yabancı sorunu“ gündeme geliyor bu dönemde. Az bir fark ile kabul edilmeyen «Schwarzenbach-Initiative» ile İsviçre’de yabancıların % 10 sınırının altında tutulması isteniyordu. Ergun Karamuk’un anlattığına göre, o zaman İsviçre’ye gelenlere vize uygulaması konuyor. “Türkiye’den gelen çok işçi olduğu için vize yöntemiyle bu gelişler frenlenmek istendi“ diyor Karamuk.

 Bir göçmen olarak sorun yaşadınız mı hiç burada?

Hayır, hiç sorunum olmadı. İşinizi doğru düzgün yaptığınızda hiç sorun olmaz. Ülkemizden gelen insanlarımızın büyük bir kısmı çok iyi entegre oldu buraya. Bazen çok iyi yerlerde çalışan kimselerle karşılaşıyorum ve çok seviniyorum. Adam işçi olarak gelmiş ama çocukları okumuş ve çok iyi yerlere gelmişler. “Helal olsun“diyorum onlara o zaman. İsviçre’de kaliteli olan ve işini yapan kişi her alanda ilerliyor.

İlk geldiğiniz dönem ile şimdiki arasında bir kıyaslama yaptığınızda neler söylersiniz?

İlk geldiğim yıllarda Türkiye’nin itibarı çok yüksekti burada. Tabii Türkiye’den buraya gelenlerin sayısı da çok azdı o zamanlar. Daha sonra işçi olarak gelenler çok iyi entegre oluyorlardı. Şimdi yabancıların sayısı arttıkça göçmenlerle ilgili durumlar, özellikle de Türkiye’den gelenler için zorlaştı. Gittikçe de zorlaşıyor.

Milli Güvenlik Kurulu kararı ile İsviçre Türk Toplumu (İTT) kuruluyor

65 yılınız geçti burada. Bu süre boyunca hayal kırıklıkları yaşadınız mı hiç?

Hayal kırıklığı yaşadığım tek şey, 2000 yılında emekli olduktan sonra oldu. O sıralar Milli Güvenlik Kurulu’nun burada etkili bir Türk lobisi oluşturma projesi vardı. “Burada bir yığın dernek var. Bu dernekleri bir çatı altında birleştirip etkili bir Türk lobisi oluştururuz“ düşüncesiyle İsviçre Türk Toplumu (İTT) adında bir çatı örgütü oluşturuldu. Çalışmalar ise Zürich Konsolosluğu vasıtasıyla organize edildi. O zaman ki Başkonsolos Sami Güner Bey’in ısrarı ile yönetime girdim ve başkan seçildim. Bu konularda benden daha tecrübeli arkadaşların gayretleriyle İTT için bir büro tuttuk ve döşedik. İsviçre makamlarıyla irtibat da kurduk. MGK, kirayı ödemek için konsolosluk üzerinden para gönderiyordu bize. Zira üyemiz olan derneklerden zar zor alabildiğimiz aidatlarla kira ödemek mümkün olamıyordu. Zaten çoğu kimse o zaman İTT’nin ne olduğunu anlamadı pek. Biz etkili bir Türk lobisinin ancak buradaki bütün vatandaşların katılımıyla oluşabileceğini düşündük ve bunu mümkün kılan yeni bir tüzük hazırladık. Çünkü eski tüzüğe göre ancak dernekler İTT’ye üye olabiliyorlardı, özel kişiler olamıyorlardı. O zamanlar İsviçre’deki Türklerin sayısı 100 bini geçmişti ve biz bunların büyük kısmının İTT’yi destekleyeceğine inanıyorduk. Ben 2 defa Ankara’ya gittim ve MGK’da bu işlerle uğraşan emekli bir paşaya düşüncelerimizi anlattım. MGK bize destek verdi. Fakat İTT’nin genel kurulunda dernekler yeni tüzüğü kabul etmediler ve biz yönetimden ayrıldık. Her hangi bir dernekte olmadığım için İTT ile irtibatım kesildi. Bugün İTT çalışmalarına farklı şekillerde devam ediyor. Bence artık çatı örgütü olmaktan çıktı.

Ergun Karamuk

Neden Başbakanlık değil de MGK destek sunuyordu size?

O zamanlar MGK güçlüydü ve gündelik siyasetin dışında, uzun vadeli projelerle uğraşıyordu. Bunlar devletin ortak projeleri olduğu için buna Dışişleri Bakanlığı da destek sunuyordu. Asıl lobi fikri ve destek MGK’dan geldi.

Şimdi emeklisiniz. Emeklilik sonrasında kendinize daha çok zaman ayırabiliyor musunuz?

Emekli olmama rağmen kendi işlerime yöneldim yine ve onlara devam ediyorum. Kendi firmamı kurdum. Bu firma ile proje ve danışmanlık yapıyorum.

Son olarak, burada yaşayan gençlere nasıl bir mesaj vermek istersiniz?

Kendi konularında mümkün olduğunca iyi olmaya baksınlar. Madem ki bir iş yapıyorsunuz sıradan olmayın. Uzman olun ve yaptığınız işi en iyi şekilde yapın. Bunu kendi çocuklarıma da söyledim hep. İsviçre eğitim sistemi çok iyidir. Yüzde 15’i liseye gider. Lise’ye gidenlerin yüzde 90’ı üniversiteyi bitirir. Bitirdikten sonra da mutlaka iş bulur ve çalışır. Burada çocukların büyük çoğunluğu liseye gidemez. Bu çocuklar istedikleri alanda bir firmaya girip, 2-3 sene içinde bir meslek sahibi olurlar. Fakat arzu ettikleri zaman, üniversite yolları onlara daima açıktır.

Aydın Yıldırım / Zürich

Etiketler

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı