1975 yılında Die Eidgenössische Technische Hochschule Zürich- ETH Zürich (İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü)’te çalışmaya başlayan Erbudak, 2010 yılına kadar sürdürdüğü çalışmalarının ardından buradan Profesör ünvanı ile buradan emekli oluyor.
Erbudak, emekli olmasına rağmen Boğaziçi Üniversitesi’nde hala fizik dersleri veriyor ve bilimsel çalışmalara katkı sunuyor.
Katı Hal Fiziği konusunda yaptığı çalışmaları ile tanınan Prof.Dr. Mehmet Erbudak ile özel yaşamı ve çalışmaları üzerine konuştuk;
Akademisyen bir aileden gelen Erbudak, ilkokuldan sonra istanbul’da bulunan Alman Lisesi’ne başladığını söylüyor ve şöyle devam ediyor: “Alman Lisesi’nin o zamanki yıllık ücreti 750 TL idi. O zamanki kur ile yılda 300 Mark yapıyordu. Bugün ise 150 Euro…Bizim sınıfta, orta kesimden gelen memur, asker, öğretmen çocukları çoktu. Şimdi o 150 Euroluk yıllık ücret 15 bin Euro’nun üzerine çıkmış. Elit kesimlere hitap eder olmuş orası.“
1964 yılında mezun olduğu Alman Lisesi’nin ardından, şimdiki ismiyle Boğaziçi Üniversitesi olan Robert Koleji Yüksek Okulu’na başlıyor. Söz arasında Robert Koleji Yüksek Okulu’nun 1972 yılında Boğaziçi Üniversitesi ismini aldığını da ifade ediyor.
Amerika’ya gidiş
Erbudak, 1968 yılında edindiği bir eğitim bursu ile Amerika’ya gidiyor.
“Yale Üniversitesi’nin Uygulamalı Fizik Bölümü’ne girdim. Eğitim için dünyanın her yerinden insanlar gelirdi oraya. Orada 40 kişiydik ama sadece 20 kişiye burs verilecekti. Bu vesile ile en iyi 20 kişiyi seçmek için bir sınav yapıldı ve ben de seçildim. O dönem akılmda kalan ve hiç unutamadığım iki şey oldu. Birincisi, orada ilk kez renkli televizyon görmem, ikincisi ise doktorama başladığım ilk gün Ruslar Çekoslovakya’yı işgal ettiler.“
Yale Üniversitesi’nde 4 yıl kalan Erbudak bu süre zarfında masterını ve doktorasını tamamlıyor. Bir süre burada çalıştıktan sonra da Harvard ve Cambridge gibi üniversitelerde çalışmalar yürütüyor. Daha sonra da Türkiye’ye dönüp Ortadoğu Teknik Üniversitesinde (ODTÜ) deneysel fizik alanında çalışmalarına devam ediyor.
“Eşim, Yale Üniversitesi’ne giren ilk kadın öğrencidir.“
“Bu sıra istanbul’a gidip evlendim. Eşim Fatma sanat okulu okuyordu o sıra. Eşimi Yale Üniversitesi’ne devam etmesi için ikna ettim. Türkiye’ye geldikten 6 yıl sonra eşimle birlikte yeniden döndüm Yale’ye. Ancak ilginç bir durum vardı. 1969 yılında Yale Üniversitesi’nde kadın okuyamazdı. Burası ve daha birçok farklı üniversite sadece erkekler içindi. Birçok Üniversite, hatta lokantalar bile kadınları içeri almazlardı. Birçok eyalette doğum kontroller yasaktı. Tüm uğraşlarımıza regmen eşim Yale’de Uygulamalı Güzel Sanatlar Bölümü’ne girdi ve buradan mezun oldu. Yale Üniversitesi’de giren ilk kadın öğrencidir eşim.
Nasıldı oradaki ortam?
O zamanlar Türkiye’den gelenler çoktu orada. Ortamımız çok güzeldi. Amerika’nın populeritesi vardı ama şimdiki gibi değildi tabi. O zamanlar kimse orada çocuk yapmak istemezdi mesela. Şimdiki gibi değil. Şimdi orada çocuk doğurmak furya olmuş.
Erdal İnönü ile tanışma
Kimler vardı mesela orada?
Feza Gürsey’i, Erdal İnönü’yü Amerika’da tanıdım mesela. Bir ziyarete gelmişti. Ölene kadar ilİşkimiz devam etti. Eşi Sevim ile görüşürüz hala.
Babasının Erdal İnönü için özel bir fizik bölümü açtığı söyleniyor. Doğru mu bu?
Evet doğru. Koşulları olmasına rağmen Erdal Bey yurtdışına gitmedi hiç. Erdal Bey fizik okumak istemiş ancak Ankara Üniversitesi’nde o bölüm yok… Daha sonra, 1948 yılında Fen Fakültesi bünyesinde Fizik Bölümü açılıyor. İyi ki de açılmış. Orası önemli fizikçiler yetiştirmiş bir yerdir. Buradan mezun olanlar Hacettepe Üniversitesi’nin kurulmasında önemli bir etkiye sahiptirler. Hacettepe’dekilerin hepsi Ankara Üniversitesi’nden giden fizikçilerdir. O sıra Almanya’dan kaçan bilimadamları da çok önemli tabii. Almanların etkisi ile Fizik Bölümü Fizik Mühendisliği oluyor. Sonra daha da revaçta olan bir mesklek haline geliyor Fizik Mühendisliği.
İsviçre yılları
İsviçre’ye gelişiniz nasıl oldu?
1975 yılında, akademik çalışmalar yapmak hedefiyle Boğaziçi Üniversitesi’ne başvurdum. Ancak burada kadro ihtiyacı olmadığı için giremedim buraya. Beni almadılar diye çok üzüldüm tabii. Sonuçta oradan mezundum ve iyi notlarım vardı. Sonra başka gelişmeler oldu.
Daha önceki çalışmalarımı bilen ETH Zürich’ten biri bana bir mektup yazdı. Bir kongrede tanışmıştık kendisi ile. ETH Zürich’te verilecek bir seminere çağırdı beni. Ben de geldim seminer verdim. Sonra burada kalmam için teklifte bulundular bana. Kabul ettim ve 1975 yılının Temmuz ayında geldim buraya. Buraya gelmem tamamen tesadüf sonucu oldu yani. Burada sadece 1 ya da 2 yıl kalmayı düşünüyordum. Temelli burada kalacağımı düşünmedim hiç. O dönem Çukurova Üniversitesi bünyesindeki Temel Bilimler Fakültesi’nin kuruluşuna yardım ediyordum. Türkiye’ye dönmeyi düşünüyordum hep.
Sizin dönemizde, Türkiye’den buraya gelen çok akademisyen oldu mu?
Türkiye’de, Amerika’da okumanın popularitesi daha yüksekti o dönem. Eğitim için öncelik hep Amerika idi yani. Türkiye’den buraya gelenler çok azdı. Avrupa, özellikle de İsviçre popüler değildi pek. Ancak Amerika’ye yönelik bu genel tutum 1980’lerden sonra değişmeye başladı. Buraya gelen kimi Türkiyeli akademisyenler ise doğrudan Amerika’dan geldiler.
Burada olduğunuz sürece sıkıntılar yaşadınız mı hiç?
Burada kapılar hep açıldı bana, hiç kapanmadı. Türkiye’deki doçentliğim burada da kabul gördü ve doçent olarak başladım çalışmaya. 1984 yılından sonra da ETH’da özerk bir şeklide çalışmaya başladım, Kendi laboratuarım, öğrencilerim ve malzemelerim vardı. Burada birçok özgün çalışma yaptık.
ETH dışındaki sosyal yaşamınız nasıldı?
İsviçrelilerle ilşkilerimiz oldukça iyidir. Buraya geldikten 20 yıl sonra İsviçre ile Türkiye arasında yapılan bir anlaşma ile çifte vatandaşlık uygulaması kabul edildi. Kaldığımız belediye olan Greifensee’den vatandaşlık teklifi geldi bize. Bunun üzerine isviçre vatandaşlığına başvurduk. 10 gün sonra da İsviçre vatandaşı olduğum söylendi bana. Hemen yönetime aldılar beni ve mali işleri denetleme görevi verdiler.
Burada en önemli din hazreti franktır. Bu işi denetlemek için beni seçmeleri çok etkiledi beni. Bu işi 8 yıl yaptım orada ve İsviçre’de ekonomik işleyişin nasıl olduğunu öğrendim. 1 kuruş bile kaybolmuyor. Çok şaşırtıcıydı. İkinci bir şey ise; verdiğiniz verginin miktarına kendinizin karar vermesi. Mesela okula bir bilgisayar alınacak… Onlar sana bunu kabul edip etmediğini soruyorlar. Kabülse alıyorlar bilgisayarı ve siz bunun için biraz daha fazla vergi ödüyorsunuz.
Ayrı birşey daha… Buraya ilk geldiğim zamanlardan 55 yaşıma kadar İsviçre liginde basketbol oynardım. Bir basketbol kulübümüz vardı. O kulübün başkanı oldum bir dönem. Efes Zürich isimli bir kulüptü ama Türkiye’deki ile bir ilişkisi yok bunun. 16 değişik ülkeden oyuncular vardı takımımızda. İsviçre ulusal ligine kadar çıkmayı başardık. Sonra da parasızlıktan dolayı iflas ettik. Size sponsor olacağız diyenler sözlerini tutmadılar. Çoğunlukla buradaki küçük esnafın desteğini gördük. Mesela Sezai Canazlar isimli bir arkadaşımız bize burada çok yardım etti. Şimdi dağıldık. O kulüp benim için çok ilginç bir deneyim oldu. Bu tarz çalışmaların olması ve destek sunulması gerekiyor.
Emekliliğe rağmen çalışmalara devam
2010 yılında emekli olan Erbudak buna rağmen Türkiye’deki çalışmalarına devam ediyor. TÜBiTAK ’a danışman olarak çalışan Mehmet Erbudak, bu kurumdaki araştırma projelerini değerlendiren ekipte yer alıyor. Erbudak Boğaziçi Üniversitesi’nde, yüksek lisans ve doktora öğrencilerine yönelik dersler de veriyor.
Uzun süre sonra, emekli olduktan sonra nihayet Boğaziçi’nde ders vermeye başladınız…
Evet öyle oldu biraz. Ayşe Soysal isimli bir arkadaşım Boğaziçi’ne rektör olmuştu bir ara. Onun yaptığı bir teklifi değerlendirdim. Sonra daha önceleri aklımda olan “İlintili Profesör“ uygulamasını gerçekleştrimek istedim. Bu şeklide okula yeni bir olanak da açılmış oldu. İlintili Profesör olarak pek de bir bir sorumluğum yok. Ders açma, jurlilik gibi haklarım var ama tez verme hakkım yok. Deslerimi uzaktan eğitim yöntemiyle, online olarak veriyorum daha çok.
47 yıldır buradasınız. Nasıl geçti bu zaman?
Gözümü açıp kapayana kadar geçti. İtişip kakışmalar da oldu, güzel zamanlar da…
İtişip kakışmalar?
Paylaşım önemli. Mesela bir kahve geliyor, biz iki kişiyiz. “Ben daha büyüğüm ben içmeliyim o kahveyi“ gibi… Rekabet biraz can sıkıcı oluyor. Biri emekli oluyor ve laboratuvar boş kalıyor. Birinin oraya gitmesi gerekiyor. İşte tam da o sırada savaş başlıyor. Kulisler, tartışmalar, çekişmeler… O savaşın içinde olan biri bugüne kadar yaptıklarının, yapılanların en iyisi olduğunu rektöre anlatıp onu bunlara inandırabilmeli. Bazen dışardan hakem çağrıldığı bile oluyor. Çekişmeler rasyonel nedenlere dayanıyor tabii ki. Bunu da ifade etmiş olayım.
Bu çekişmede göçmen olmanın bir devantajı var mı?
Hayır, yok. Bu çekişme içerisinde olanların %60’ı göçmen zaten. Çoğu da Alman. ETH Zürich hep popülerdir. Burada doktora öğrencisine verilen para, Almanya’da profesörlüğün ilk aşamalarında veriliyor. Araştırmalar için de çok para veriliyor burada. Avrupa’da birinci, dünyada ise en iyi altıncı teknik okuldur EHT Zürich. Bu vesile ile herkes buraya gelmek istiyor. Alman üniversitelerinde açılan kadro seçimlerinde ETH kökenli öğrenciler tercih edilir daha çok.
Türkiye’den buraya gelen çok öğrenci var mı?
Çok var. Hepsi de güzel pozisyonlar ediniyor burada. Sevindirici. Master ya da doktora öğrencisi arayanlara öğrenci önerilerimle yardım ettim. Kimisinin doktorasına önayak oldum burada.
“Türkiye’de fizikçiye kız vermezler“
Türkiye’deki fizik alanının gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz? İsviçre ile bir kıyaslama yapmanız mümkün mü?
İki ülkeyi birbiri ile karşılaştırmak çok da adil değil doğrusu. ETH fiziği dünyada ilk dörtte yer alıyor. Türkiye’de ise “ilk 400’e girdik“ havası var. Türkiye’de fizikçiye kız vermezler mesela. Doğa bilimleri serbest konular değil Türkiye’de. Evrim kuramına da hazır değil. Anlayış farklılığı var. Bu nedenle daha çok yol katedilmesi gerekiyor. Fizik için biraz hoşgörülü olmak gerekir. Burada alışkanlıklar ve gelenekler de çok önemli tabii. Türkiye, gözlem evinin topa tutulduğu bir ülke. Galata’nın tepesinde bir gözlem evi bulunuyor. Orası bir emirle deniz kuvvetleri tarafından topa tutuluyor. Çünkü orada sarayın müneccimi ile yarış yapan araştırmacılar çalışmalar yürütüyorlar. Beyinsel olarak bir tek kağıt kalemle iş yapanlar ilerliyor. Teknik fizik 2. Dünya savaşından sonra gelişti. ABD, teknik gelişimi için çekirdek enerjisi gelişmine oldukça büyük destekler sundu. Birçok kişi çalışmak için oraya gitti. Deneycilerin hepsinin geçmişinde bu yurtdışı deneyimi vardır. Orada doktora yapar, Türkiye’ye dönerler ve çalışmalarına devam ederler. Çok sayıda kişi çalışmış olduğu yerle yakınlaşıyor. Çalıştığı kurumdan aldığı eski aletleri alıp beraberine Türkiye’ye dönüyor ve bu eski aletlerle sıfırdan başlıyor işe. İsviçre ve ABD gibi ülkeler için malzeme önemli değildir pek. Para var çünkü. Burada önemli olan beyin ve alan. Laboratuvar kime kalacak o önemli.
Siz nasıl yaptınız? Emekli olduktan sonra malzemelerinizi nasıl değerlendirdiniz?
1975 yılından bu yana sürekli olarak Türkiye’deki üniversitlere laboratuvar aleti gönderirim. Emekli olduktan sonra, ilk laboratuar malzeme grubunu Bilkent Üniversitesi’ne gönderdim. İkinci grup laboratuar malzemelerini Hacettepe Üniversitesi’ne, en büyük malzeme grubunu ise Sabancı Üniversitesi’ne teslim ettim. Bunlar Türkiye’de fiziğin gelişimi için birer temel taşıdır. Bu alana çok İyi bir bütçe ayrılmalı. Bir ara TÜBİTAK’tan bilim ödülü aldım. Ödül olarak verilen paralarla Feza Gürsoy Araştırma Enstitüsü’nün seminer odasına sandalye aldık. Orası hala çalışmalarına devam ediyor.
Son olarak Türkiye’ye temelli dönüşü düşünüp düşünmediğiniz soralım size.
Burada iyiyiz biz. Balık tutmak istesem nerede tutacağım? Çöl gibi bir deniz var artık orada. Kesin dönüş yapmak gibi bir niyetimiz yok ama istediğimiz zaman gidip geliyoruz.
Aydın Yıldırım/Zürich