12. Zürich Film Festivali’nin ardından
Ayhan Demirden
Sinema Eleştirmeni
12. Zürich Film Festivali 22 Eylül- 2 Ekim 2016 tarihleri arasında gerçekleşti. 11 gün süren festivalde 36 ayrı ülkeden toplam 172 film gösterildi. Festivalde 43 film seyircisi ile ilk kez buluşurken, bu fimlerden 17 tanesi dünya prömiyeri kategorisinde gösterime konuldu.
Dokümanter film ödülünün sahibi Fransız-Güney Kore yapımı Madam B., Kuzey Koreli bir annenin dramını anlatıyor. Çocuklarının geçimi için Çin’e çalışmaya giden kadın kaçakçılar tarafından bir Çinli çiftçiye satılıyor. Tekrar çocuklarına kavuşmasının acıklı hikayesini anlatan film oldukça etkileyiciydi.
Almanca konuşan ülkeler yarışmasında ise ipi Stille Reserven adlı Avusturyalı film göğüslüyor. Seyirci ödülü ise gerçek bir sürpriz. Biliyorsunuz komedi filmleri genellikle seyirci ödülleri için daha şanslı oluyorlar, ancak bu kez çok ciddi bir filme gidiyor ödül. When Two worlds collide… Perulu İndigen, halkların bölgelerini korumak için gösterdikleri mücadeleyi anlatıyor fimde. Eleştirmen ödülü ise İngiliz yapımı Lady Macbeth’in. Destekleme ödülünü de İsviçre yapımı bir dokümantasyon alıyor Europa, She Loves.
Festivalin bu sene odaklandığı ülke ise Meksika idi. Çok geniş bir yelpazenin sunulduğu Meksiko filmleri festivale sadece renk getirmekle kalmadı, sinema sanatının olanakları hakkında zihin de açıcıydı. Brezilya, Aquaris isimli film bir ile temsil edildi. Filmde bugünkü Brezilya’nın sorunları anlatılırken, izlerken, “Ne kadar da Türkiye’ye benziyor” demekten alamadık kendimizi. Rant nedeni ile evinden çıkarılmak istenen yaşlı bir kadının soylu mücadelesini anlatan bu film festivalin gizli hazinelerinden birini oluşturuyordu.
İkinci hazine 7 Days adlı filmdi. Sicilya’da bir adaya kardeşinin düğün hazırlıkları için giden İvan’ın Chiara ile birlikte yedi gün içinde düğün hazırlıklarını tamamlamaları gerekmektedir. Chiara’yı canlandıran oyuncunun Sophia Loren’i andırması, çok güzel bir düğün mekanı sizin ilginizi çekiyorsa, kaybolan güzelliklere içiniz cız ediyorsa, bu filmi eğer gösterime girerse kaçırmayın derim.
Ayrıca Oliver Stone nun Snowden’ı anlattığı biopics gerçekten seyredilmeyi hakkediyor. Şair Neruda’nın hayatını eserlerinin çizgisinde anlatmayı seçen Pablo Larrain’i cesareti için kutlamakla birlikte, filmi zayıf bulduğumuzu belirtelim.
Görüldüğü gibi dolu dolu bir festival sonrası yazılacak çok şey var ama yer kısıtlı. Göl üzerindeki ağaç Pavilyon’da, Cafe Odeon isimli eski İsviçre filmini izlemek ayrı bir zevkti. Biliyorsunuz Cafe Odeon hala aynı yerinde hizmetine devam ediyor. Yılların içinde değişen Zürich’i görmek, tarih bilincimizi parlatan her şeyi yeni yaparak modern olunamayacağını gösteren nadide bir örnekti film.
NZZ’in festivalin çoğunluk hisselerine sahip olması umarım gelecek yıl ki festivali olumsuz etkilemez. Zürich Film Festivali “Major” bir festival olma yolunda kararlı adımlarla ilerliyor. Festivalde emeği geçen herkese buradan bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Tschick
Bir yerde, bir sonu olmalı yaşananların. Alkol bağımlısı annenin bitmek bilmez kliniklere gidişinin, babasının ‘güzel` sekreteriyle birlikte çıktığı iş gezilerinin, güzel Tatjana’nın onu yaş gününe bile davet etmemesinin.
Sınıfın aykırısı Maik, sınıfa yeni gelen ve diğerlerince hemen a-sosyal olarak damgalanan aslen Rus asıllı Tschick ile aynı sırayı paylaşarak başlayan tanışıklığın,’ ödünç ‘alınmış bir Lada ile çıkılan yolculukla, bir çok sınavdan geçerek gerçek bir arkadaşlığa ulaşmasının öyküsünü, Wolfgang Herrnd
orf 2010 yılında bestseller olan romanında öyle güzel yazmıştı ki, roman yayımlandıktan hemen sonra birçok yapımcı ve yönetmen, romanın film haklarını almak için sıraya dizilmişlerdi. Sonunda yapımcı Marco Mehlitz filmin haklarını satın almış ve Rejisör olarak daha önce bir çok bestseller romanı başarıyla sinemaya uyarlayan David Wnendt (Krigerin, Feuchgebiete,İch bin wieder da) ile anlaşmışlardı. Resmi açıklamaya göre Wnendt’in son filminin post prodüksiyonu beklenenden daha uzun sürdüğünden, söylentilere göre ise, yapımcı ile rejisörün film üzerine anlaşamamasından dolayı çekimlere 6 hafta kala rejisör olarak Fatih Akın görevlendirildi. Bu kadar kısa bir sürede bir filmi çekmeye cesaret etmenin oldukça gözü kara bir tavır olduğunu belirtelim. Zira yönetmenlerin normal olarak bir filmin çekimine başlayabilmek için yaklaşık 1 yıla ihtiyacı vardır. Filmin yönetmenliğine Fatih Akın’ın getirilmesinin hem yapımcı için, hem yönetmen için, hem de biz izleyiciler için büyük bir şans olduğunu düşünüyorum. Fatih Akın böyle bir yol hikayesini çok iyi bir şekilde perdeye yansıtabileceğini ’İm Juli’ de göstermişti. Son filmi The Cut (Kesik) izleyicilerden de eleştirmenlerden de beklenen ilgiyi görmemişti. Akın finansiyel olarak da zora düşmüştü. Bundan dolayı yeni projesinde artık daha fazla seyircinin beklentilerini dikkate alan bir yapımla karşımıza çıkacağını bekliyorduk.
Böyle bir şansı kaçırmak istemeyen Fatih Akın, romanı onun her zamanki temalarından olan ‘farklı olanı anlatmak, anlamak’ olarak ele alınca; karşımıza 14 yaşındaki gençlerin, hayata, bilinmezliklere olan susuzluğunu, bitmesini istemediğimiz bir yazı, masmavi gökyüzünü, Doğu Almanya’nın yemyeşil ovaları, sapsarı tarlalarıyla bu güzel renk cümbüşünün ortasına bırakılmış mavi Lada’sı ile kahramanlarımızın maceralarına bizi ortak ediyor. Bazen sadece gökyüzüne bakarak bu kadar yıldızın arasında ne kadar da küçük ve etkisiz olduklarını keşfediyorlar, bazen donmuş pizzaları çakmakla ısıtmanın mümkün olmadığını ,öyle gençler ki, ısınmayan pizzaya güzel bir şut (vole) açlıklarını unutturuyor. Bazen kuş uçmaz kervan geçmez bir köyde çok çocuklu ekolojist ve galiba tarikatçı bir ailede yemek yiyip bilgi yarıştırıyorlar. Tabii ki Maik ilk öpücüğünü tadarken, Tschick homoseksüel olduğunu keşfediyor. Bunlar o kadar yerinde ve abartmadan anlatılıyor ve gösteriliyor ki biz bundan rahatsız olmuyo “hayat böyle” diyoruz. Daima sürprizlere açık ama yola çıkmakta şart…!
Fatih Akın şimdiye kadar olan projelerinde daha çok sinema tutkunlarını tatmin etmeye çalışırken bu kez ana akım bir yapımda kendini deniyor ve bundan yüzünün akıyla çıkıyor. Filmin müzikleri yine çok çok iyi. Bu zaten Fatih Akın’ın her zaman çok başarılı olduğu bir alan. Sonbahar’a güzel bir filmle girin, sakın kaçırmayın derim.